Liyakat ve maharet önceliği

Hz. Üstadımız diyor ki Münazaratta:

“İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır.”

Bu sözler bir ölçüde Nisa Suresi 58. ayetin tefsiri mahiyetinde. Çünkü Cenab-ı Hak mezkur ayette şöyle buyuruyor:

“Allâh, size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allâh, size böylece ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allâh, işiten (ve) görendir.” (Nisa Suresi, 58)

Ayetin amir hükmü emanetin ehline verilmesidir. Yani her hangi bir iş ne olursa olsun onu vereceğiniz kişi öncelikle ehil olacak. O işi hakkıyla yapabilecek maharet ve kabiliyette olacak. O iş ve sanatı icra edebilecek liyakat ve yeteneklere haiz olacak.

İşte iş verme, herhangi bir makama adam atama, emaneti teslim etme makamında olanların en çok dikkat etmesi gereken bu husustur. Yani liyakatli, kabiliyetli, maharetli kişileri iş başına getirmek.

Yoksa bir insanı, bir işi yapabilme yeteneğinden çok, fazileti ve salahati nedeniyle iş başına getirmek o işin aksamasına ve akim kalmasına yol açar. O zaman emanet zayi olur. İşler aksamaya başlar ve bundan cemiyet zarar görür.

Bu nedenle emanetin ehline verilmesi içtimai ve sosyal ve dünyevi hayat için son derece önemlidir. Allah’ın bu emrini hakkıyla yerine getiren bu dünyada başarılı olur. Bu kim olursa olsun. Onun için bu ayetin fiili tefsiri ve tatbikatı da son derece önemli.

İşte mezkur ayetin en güzel fiili tefsirini, en hakikatli tatbikat ve uygulamasını bizzat Peygamberimizin hayatında görüyoruz. Bu ayetin en doğru bir şekilde anlaşılması ve uygulanması için asr-ı sadetteki Peygamberimizin bizzat fiili tatbikat ve uygulamalarına bakmak lazım.

Zira Peygamberimiz emaneti ehline teslim etmede en güzel misallere sahiptir.

Mesela Hz. Halid Bin Velid ve Hz. Amr Bin As daha yeni Müslüman olmalarına rağmen çevreye gönderdiği ve sariye denilen küçük orduların üzerine kumandan tayin etmiştir. Zira bu iki sahabi de bir orduyu sevk ve yönetme noktasında çok ehil ve üstün bir maharete sahip idiler.

İlginçtir bir seferinde Hz. Amr Bin As içlerinde Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir gibi üstün faziletli zatların da bulunduğu bir orduya kumandan tayin ediliyor. Sefer bitip iş tamamlandıktan sonra Hz. Amr Bin As bir düşünceye kapılıyor ve diyor ki kendi kendine:”Ben demek ki Resulullah yanında önemli bir kişiyim ki beni bu orduya kumandan tayin etti.” Gidip durumu Resulullahtan öğrenmek istiyor ve soruyor:

Ya Resulullah insanların size en yakını kim?

Peygamberimiz cevap veriyor: Aişe…

Ya ondan sonra?

Aişe’nin babası…

Sonra?

Peygamberimiz diğerlerini de saymaya başlıyor…

Ama Hz. Amr Bin As sırada daha yok.

Susuyor Hz. Amr Bin As.

Ve kendi içinden diyor ki: “Sanki beni hiç saymayacaktı..”

Bu son derece ilginç bir misaldir.

Zira Hz. Amr Bin As fazilet sırasını öğrenmek istiyor. Fazilette o anda yüzlerce sahabi Hz. Amr Bin As’dan daha önde. Fakat ordu sevk ve kabiliyetinde ise Hz. Amr Bin As yüzlerce sahabiden daha yetenekli. İşte maharet ve sanat ayrı, fazilet ve salahat daha ayrı bir mesele

Peygamberimiz ise Hz. Amr Bin As’ın o sevk ve idare noktasındaki kabiliyet ve yeteneğinden dolayı onu ordu kumandanı tayin ediyor. Fazilet ve salahatinden dolayı değil.

İşte emanetin ehline verilmesi, iş başına o işi yapabilecek kabiliyet ve yetenekteki insanların getirilmesi geniş çapta devlet yönetiminden tutun da en küçük hizmet birimine kadar uygulanması gereken en önemli bir prensiptir.

Zira iş ehline teslim edildikçe ve doğru ve düzenli bir şekilde de takip ve kontrol edilirse orada başarının artması beklenen ve istenen bir durumdur. Aksi bir durumda o işten beklenen neticeyi alamayabilirsiniz.

İşte onun için iş başındaki bir kişiyi değerlendirir iken yaptığı iş ve ulaştığı netice üzerinden değerlendirmek lazım. Fazilet ve salahat üzerinden değil. Şimdi bir kurumun başına getirip birini koyuyorsunuz. O kişi yaptığı iş noktasından dikkate alınmalı. Yani o kişinin o kuruma katkısı nedir? İstenen hedeflere ulaştırabilmiş mi? O kurum o kişi yönetiminde daha mı ileri gitmiş, yoksa yerinde mi saymış? O kişi o makamdaki hizmeti ile gelişim sağlamış mı, yoksa işleri geri mi götürmüş?

İşte bir iş başındaki bir kişi iş yapma kabiliyeti ile göz önüne alınmalı.

Yoksa, “bu bizim adamımız, ne yapalım başka adam mı var, biz adamımızı yedirmeyiz, bu kardeşimiz yıllarca hizmet etti, hizmeti hatırına… vs… vs…” gibi gayr-i mantıki bir tavırla bir kişiyi bir kurumun başında tutarsanız, hem o kuruma ciddi bir zarar vermiş olursunuz, hem de emaneti ehline teslim etmediğinizden dolayı hikmet-i alemden bir ret cevabı alırsınız. Neticede bir yere gittiğinizi sanırsınız ama patinaj yaparak hep yerinizde sayarsınız. Misal görmek isteyen çevresine baksın yeter.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*