Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şuradır

Yeni Asya’nın logosunu da süsleyen başlıktaki cümle; bir asır evvel Bediüzzaman’ın bir gâye-i hayali, İslâm âleminin bütün hastalıklarının reçetesi, terakkisinin anahtarı, geleceğinin mimarı, kısaca olmazsa olmazı, meşveret ve şûrâdır.
Bediüzzaman bu mevzuda; “Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mes’ele ise; hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira, dünyevî saadetimiz meşrûtiyettedir.” 1 diye asra ders verir.

Onu muasırlarından ayıran en büyük özellik; derin ilminin yanında şûrâ kökünden gelen meşrûtiyet, Cumhuriyet, demokrasi, kanun hâkimiyeti ve bir ferdi bile ötelemeyen insan hakları müdafii, kısaca adalet elçisidir, denilebilir. Hürriyet imanın hassası olduğu gibi, bütün terakki ve gelişmelerin de ilk ayağıdır. Hür olan toplumlar işlerini istişare ile, o da kurumsallaşarak meclise verirler. İlginçtir, Kur’ân-ı Kerîm’de münhasıran Şûrâ Sûresi var ve istişare âyeti de o sûrenin içinde. Yani danışma kurulunu toplayıp orada işlerinizi istişare edin diye açık beyan var.

Meşrûtiyet dediğimiz şey aslında bugünkü adıyla demokrasi ve anayasal düzen, (yaşanan onca tecrübeler sonunda) hakikî adaleti getirdiği gibi şeriatın kabulüne de vabestedir (uygundur).

Devlet idaresi gibi, kurumlar ve sivil toplum kuruluşları da böyle olmak mecburiyetindedir. O kuruluşların en gözönünde olanı ise cemaatlerdir. Zira istibdattan en fazla çeken de din hizmetleridir ki, baskı, hürriyet olan dinin gelişmesine manidir.

Bu güne kadar olduğu gibi bir liderin veya kanaat önderinin inisiyatifiyle hareket ediliyorsa (ki öyle), orada şahısların iradeleri yoktur ve âlem-i İslâm’ın da geri kalmışlığının en büyük sebebidir. Zira o cemaatin işleyişi, maddî, manevî yatırımları, katılımcılık yerine bir şahsa verilmesi irtica ve keşmekeşliktir.

Hattâ o şahıs bir fende ileri bile olsa diğer fenlerde çocuk sayılır. Bir imama mühendislik verseniz makinayı harap eder, bir mühendis de bir hastayı öldürebilir. Yani bir veli, ticaret, siyaset ve dünya işlerini bilmeyebilir. Bu, bir cemaatin önde geleni için böyle olduğu gibi, bir mahallin, bir bölgenin sebkat etmiş ağabeyleri için de caridir. Bu manileri ortadan kaldırmanın yegâne yolu da meşverettir.

Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şuradır

YENİ ASYA, MEŞVERETTİR

İşte bunu Türkiye şartlarına göre (ideal manada olmasa da) en iyi yapan Yeni Asya cemaatidir. Mahalden bölgeye, oradan bütün dünya geneline yayılan hizmetlerini istişare eden, (kanun-i esasî) tüzükle hareket eden, komisyonlarla iş bölümü yapan, hiçbir büyüğün (hürmet ve merhamete dikkat ederek) vesayetine işi bırakmayıp, kendi aralarında istişare ederek, kararlar alan belki yegâne cemaattir.

Elbette ki Türk demokrasi kültürüne kıyasla, aileden iş yerine, şirketlere ve miras meselelerine kadar çok işimiz o oranda tam demokrat olmasa da zamanla ve de memleketin varacağı hürriyete göre şekil alacaktır. Bu eksikliklerin telâfisi de yine istişareler ve onun üst mercii olan meşveretin (meclis) işleyişiyle olacaktır. Bize düşen kitapçık’a (tüzük) uymaktır. Yani bir nevi kanuna riayet etmektir.

Denilebilir ki, o kitapçıktaki maddeler eksik veya fazla, onun da yolu yine komisyonlar ve meşveretler ile mahzurlu görülenleri güncellemektir.

Zaman zaman işleyişte görülen aksaklıklar ise; yukarıda da ifade edildiği gibi uzmanlık sahasına giren mevzularda işi ehline bırakmak. Netice de bizim parmaklarımız önemli olsa da, uzmanının (ihlâs ile) görüşlerine muvafakat etmek.

Evet, bir temsilcinin reyleriyle kararlar değişebiliyor, fakat o temsilci o mevzuda uzman değil ve o meseleyi bilmiyorsa hoşlanmasa da işi ehline bırakması gerekir.

Bir başka mevzu da; bir mahal veya bölgede uzun seneler hizmet etmişlerin illâ devam etme talepleri.

Elbette ki sebkat etmiş ağabeylere ihtiyaç vardır. Hele ki hafızasıyla çok gençlere hüsn-ü misâl ola. Fakat “bensiz olmaz” zehabı aynı zamanda tıkanmalara da sebep olabiliyor. Bir nevi tabiî senatör algısı o ağabeyi de yıpratıyor. Doğru olan, o insanların yerini daha ehillere bırakması. Hizmetin ihlâsı; “Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.” 2 emrine imtisal etmektir.

Ve, netice: “Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vahid idi… Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-i cemaatten çıkmış az mütehassıs, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.” 3

Dipnotlar:

1. Divan-ı Harb-i Örfi.
2. Lem’alar.
3. Sünûhat.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*