Bir hayalim var

Malkom X, böyle diyerek zenciler ile beyazların eşit bir şekilde yaşayacağını hayal etmişti. Bu uğurda çok çaba gösterdi hatta bu hayalinden dolayı bir suikasta kurban giderek şehit oldu.

O, belki de bu günleri tam olarak düşünememişti. Yani bir zencinin ABD başkanı olacağını hayal bile edemezdi. Zira yaşadığı dönem öylesine tutucu ve bağnaz insanlar ile doluydu ki kendisine hayalperest yakıştırmasını yapıyorlardı.

Fakat onun hayal ettiklerinin de ötesine geçilmişti işte. Amerikalı beyazlar, zenci bir insan karşısında önünü ilikliyor, hatta dünyanın en güçlü devletinin başkanı olduğu için en ırkçı insanlar bile ona boynunu eğmek zorunda kalıyordu. Evet, yüzyıl önce Bediüzzaman “Gaye-i hayal olmazsa ezhan (zihinler) enelere döner” demişti. Yani gayesi, hayali olmayan insanların enaniyetin esiri olacağını söylemiş, herkesin kendisine göre bir hedef belirleyerek bu kısacık dünyada güzelce yaşamanın en doğru yöntemini bulabileceğini belirtmişti.

Gerçekten de amaçsız, gayesiz yaşayan insanlar bir müddet sonra bencilliğin ve enaniyetin esiri olmakta, kendisini dünyanın merkezine koyarak adeta küçük bir Firavun şekline dönüşmektedir. “Yüksek dağlar neyse de, alçak dağları ben yarattım” dercesine kibrine boyun eğmekte, maazallah, eğer Allah kendisine bir miktar mal mülk vermişse bütün insanlara tepeden bakan sevimsiz bir insan olup çıkmaktadırlar.

Hâlbuki minnacık bir mikroba teslim olan insan, serçe kuşundan bile daha acizdir. Cenâb-ı Allah’ın rahmet ve merhameti olmazsa ayakta kalmak için bile yeterli kudreti yoktur. Düşünün bir bakalım, nefes almadan kaç dakika yaşayabiliriz? Ünsiyet ve alışkanlıları kırmak için Rabbimiz, bazen nefes borumuza bir parça su veya yiyecek kaçmasını emreder. Birden aksırıp öksürmeye başlarız. Küçücük bir madde hatta bir gram ağırlığındaki bir çöp bazen insanları ölüme kadar götürür.

Demek ki, benlik, enaniyet gerçekten büyük ve tehlikeli bir hastalıktır. Allah, eneyi yani benlik duygusunu kendisini tanımamız için vermiştir. Bu sayede bir mikyas, bir ölçü âleti gibi Rabbimizi tanımamız onun güzel isimlerini anlamamız mümkündür. Yoksa Şeytan gibi ona isyan edip emirlerine karşı gelmek için verilmiş bir duygu değildir.

Eneden ve onun tehlikelerinden korunmanın en müessir, yani etkili yöntemlerinden bir tanesi “hayal etmektir”. Bakmayın, insanların bir kısmı dönüp; “hayalperest insan işte” demesine. Zira hayatta aklı başında bir kul olarak yaşamak, ancak hayal etmekle mümkündür. Amacı, gayesi ve hayali olmayan insanlar, zavallı bir mahlûk olarak yaşarlar. Çoğu zaman benlik hastalığına yakalanıp Nemrud’a benzemeye çalışırlar. Hâlbuki insana verilen ömür gayet kısadır. Bu kısa ömür müddetince üzerine yüklenen mühim vazifeler vardır. Bu vazifelerin başında da Rabbimizi tanımak, O’na ibadet etmek görevi vardır.

İbadetlerimizi şevk ile yapmak, ünsiyeti kırarak zevk alabilmek için hayal dünyamızın zengin olması gereklidir. Zira hayallerimize erişebilmek için Yaratıcımıza boyun eğmemiz gerektiğinin, Onun yardım ve inayetine muhtaç olduğumuzun farkına varmamız gereklidir. Atomlardan galaksilere, mikroplardan tutun da en geniş külli kanunlara kadar kudreti yeten Rabbimizden başka insanlara hiçbir güç yardım edemez. Onu tanıyan ve yalnız O’na müracaat eden kimsenin önünde de hiçbir güç duramaz.

Şükür, merhameti sonsuz olan Rabbimize ki bize iman vermiş. Ona olan imanımız sayesinde bizlere dine ve Kur’ân’a hizmet eden bir hizmet grubunu tanımak nasip olmuş. İsmi Nur, kendisi de nurlu olan bu cemaatin şahs-ı manevisine dâhil olmak büyük bir mutluluktur. Adeta çölde susuz kalmış bir insanın suya kavuşması gibi bu büyük nimetten istifade etmemek büyük bir hüsrandır, cehalettir.

Şahs-ı maneviye dâhil olan birisinin ihlâsını ve sadakatini devam ettirebilmesinin önemli bir yöntemi de işte bu “hayal duygusu” dur. Hayallerimizi “Ben bu hizmete nasıl bir katkıda bulunabilirim? İmanımı ziyadeleştirmek için neler yapabilirim?” diyerek süslemeli, bu maksatla Risâleleri bol bol okumalıyız.

Bediüzzaman, Allah rızasını kazanmak ve Kur’ân’a dil uzatan İngiliz siyasetçisini susturmak için yüz yıl önce Van’dan kalkıp İstanbul’a gelmiş, hayallerini gerçekleştirebilmek için doğuda “Medresetü’z-Zehra” ismiyle anılan projesini gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Musibetler, hapishaneler onu bu sevdadan vazgeçirememiş, davasından döndürememiştir. Onun bu samimi duasına karşılık Rabbimiz, Risâle-i Nur gibi bir şaheserin doğmasını kendisine nasip etmiştir.

“Hayal etmenin faydalı olduğunu ve amaçları uğruna yaşamanın güzel bir şey olduğunu anladık. Peki, senin bir hayalin var mı?” diyecek olursanız; “Evet var” diyebilirim. Dost ve yakınlarımın, yapmış olduğum başarısız ticarî girişimlerden dolayı beni hayalperestlik ve iş bilmemezlik ile suçlamalarına rağmen, Nur hizmetine faydalı olabileceğini düşündüğüm çok sayıda projem ve hayalim var. Rabbim fırsat verirse bunları gerçekleştirmeye çalışacağım. Buna delil olarak da 46 yaşıma gelmiş olduğum halde hâlâ eğitime devam etmeye çalıştığımı söyleyebilirim.

Rabbimden bütün kardeşlerimizin güzel hayallerini gerçekleştirmesini ve imana, Kur’ân’a ve İslâma hizmet etmesini niyaz ediyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*