Doğu’nun ihtişamlı incisi: Doğubayazıt

Doğubayazıt denilince çoğumuzun aklına Ağrı Dağı ile beraber İshak Paşa Sarayı gelir. Bu nadide yerler aslında Doğubayazıt’ın sahip olduğu doğal ve tarihi zenginliğinin özetidir. Aynı zamanda çoğumuzun aşina olmadığı diğer zenginliklerinin de habercisidir. Bu yazımızda kültür, tarih ve doğal zenginliklerinin bir kısmını nazara vererek bu kadim şehri daha yakından tanımaya çalışacağız.

Osmanlı’nın Anadolu’daki Tek Sarayı: İshak Paşa

Şehrin sembolü haline gelmiştir. Ülkemizin tanıtımlarında da sık sık yer alır. 1784 yılında Çıldıroğullarından II. İshak Paşa tarafından yaptırılmıştır. Geçmişte olduğu gibi bugün de bölgenin en önemli tarihi eseridir. 360 birimden meydana geldiği tahmin edilmiştir. Taş işçiliği görülmeye değerdir. Osmanlı mimarisinin en zengin örneklerinden biridir. Bu zenginlik dönemin modası olan Barok-Rokoko gibi batı etkiler, Kuzey Kafkasya ve İran gibi doğu etkilerle karma bir karaktere sahiptir. Çoğu süsleme ve mimarisinde Selçuklu sanatının da izlerini okumak mümkündür.

Avlu, çeşme, muhafız koğuşları, arabalık ve tavla bölümleri, zindan, hizmetli odaları ve zahire ambarları, ısı merkezi, selamlık, cami, türbe, harem, mutfak, muayede salonu, hamam, tuvalet ve has bahçe gibi onlarca bölümden oluşur. Birkaç ayırt edici özelliklerinden bahsederek sarayı daha yakından tanımaya çalışalım:

Bölgenin iklim koşulları düşünüldüğünde oldukça sert geçen kışlara karşı sarayın ısıtılmasında yüksek bir teknoloji kullanıldığı söylenebilir. Sıcak su, toprak künkler (pişmiş topraktan yapılmış su borusu) vasıtasıyla yapı içerisinde dolaştırılmış, bir nevi kalorifer sistemi oluşturularak mekanların ısıtılması sağlanmıştır. Bu durum ecdadımızın sahip olduğu ilmi birikimi gösterirken aynı zamanda ihtiyaca yönelik pratik çözümler bulabildiğine de işaret eder.

blank

İki musluğa sahip çeşmenin birinden su diğerinden süt akacak şekilde dizayn edilmesi cay-i dikkattir. Bu nedenle halk arasında bu çeşmeye “süt çeşmesi” denilir. Çeşme denilince aklımıza sadece su gelmemesi gerektiğini de hatırlatmış olur.

Taç kapıların yanlarında yüksek kabartmalı selvi ağaç motifi işlenmiştir. Selvi ağacının Türk-İslam sanatında uzun ömrü temsil ettiğini not düşelim. Ayrıca selvi motiflerinin başlarının eğik olması ise Allah’ın emri karşısında insanın boynunun büküklüğünü anlatır. Anlaşılan o ki süslemelerde dünyevi (uzun ömür) ve uhrevi ( kulun emir karşısındaki durumu) mesajları veren motiflerin kullanılması tesadüf olmasa gerektir. Bu mesaja uygun bir hayat sürmemiz gerektiği ihtar edilir.

Kuzey cephedeki muhteşem manzarayla dikkat çeken; insan, aslan ve kartal formlu ahşap konsollar da dikkat çekicidir. Bu figürlerden insanın, sarayın banisi İshak Paşa’yı; aslanın güçlülüğü, kuvvetliliği; kartalın ise en üste yerleştirilerek yüceliğin ve egemenliğin sembolü olduğu görülür. Bu sembollerin; şehre hakim bir tepede kurulan ve yapıldığı dönemde bilhassa komşu devletlere, Osmanlının gücünü izhar ederek gözdağı vermesi gibi gayelere de hizmet ettiğini anlıyoruz.

Görüldüğü üzere ne kadar da özetlemeye çalışırsak çalışalım saraydan öte külliye olan bu nadide eseri anlatmak için kelimeler nakıs kalıyor. Bugünkü durumda üst kısmının, yapının orijinal haliyle çelişen bir plastik maddeyle kaplanması ziyaretimiz esnasında bizleri çok üzdü. Ehil olmayan kişilere verilerek bu tarihi eserin zarar görmesi ve estetik unsurların bozulması karşısında söyleyecek bir söz bulamıyoruz. Ümidimiz o dur ki en yakın zamanda bu azim yanlıştan dönülerek yapıya uygun bir malzeme kullanılarak üzerinin kaplanmasıdır.

Ayrıca şehre 7 km uzaklıktaki bu tepeye ulaşabilmek için minibüs kullandık. Dönüşte ise bilmediğimiz bir sebepten dolayı minibüslerin gelmemesi bizi taksi tutmak zorunda bıraktı. Hem bu tür aksaklıkların hem de genel manadaki çevredeki çöplerin temizliğinde sorunlar olduğunu gördük. Belediyecilik hizmetlerinin bu kadar aksaması bu kadim şehre yakışmıyor. Bu kadar popüler bir turizm merkezinde hizmetlerin daha etkin olmasını arzu ediyoruz…

blank

Kadim bir yerleşim: Doğubayazıt Kalesi

İshak Paşa Sarayını ve şehri kuş bakışı gören bir konumdadır. Sarp bir kayalık üzerine kurulan yapının tarihinin Urartulara kadar gitmesi antik bir yerleşme olduğunu gösterir. Üç bölümden oluşan kalenin ortasında tapınak ve mağaralar vardır. Bugünkü perişan ve terk edilmiş hali tarih boyunca coğrafi konumu sebebiyle üstlendiği görevlerden çok uzak olduğuna işaret eder. Her yükselişin bir inişi olduğunu sağlam kalan sur duvarlarından ve burçlarından tefekkür etmek mümkün. Her ne kadar çoğu yapısı günümüze kadar ulaşamasa da yorgun duvarlarında dahi Rabbimizin Celal ismini okuyabiliyoruz. Tavsiyemiz, bu kaleye birkaç dakika bakarak sanki gün görmüş bir bilge insanı ziyaret ettiğinizi düşünerek geçmişin renkli sayfalarını aralamaya çalışmaktır.

blank

Osmanlı yadigârı: Bayazıt Eski Cami

Sultan Selim zamanında yapılan cami, adeta Doğubayazıt kalesiyle bütünleşmiş haldedir. Muhtemelen yörenin en eski camisidir. Klasik Osmanlı mimarisini yansıtan eser, enfes manzarasıyla dikkat çeker. Kesme taştan yapılan camii, kare planlı ve tek kubbeli olarak inşa edilmiştir. Giriş kapısı, beden duvarları, mihrabı, son cemaat yeri, mihrabiyeleri, duvar payeleri, kemerler, pencereler ve minaresi son derece sadedir. Yapıdaki kahverengi tuğla kırmızısı, sarı ve beyaz renkte taşlar karışık bir şekilde kullanılmıştır. Sadelik içindeki zarafeti, manzarası, tarihiyle ziyaretçilerini bambaşka bir aleme götürür…

blank

Bediüzzaman’ın iz bıraktığı türbe: Ahmed-i Hani

Yörenin inanç turizm merkezidir. Şair ve filozof olan Ahmed-i Hani (1651-1707) Mem u Zin adlı eseriyle tanınır ve Arapça, belagat, din ilimleri ve fen ilimleriyle de ilgilenmiştir. Risale-i Nur’da “Edip dâhilerden Molla Ahmed,” “Şeyh Ahmed,” “Meşhur Şeyh Ahmed” gibi nitelemeler yer alır.

Üstad Bediüzzaman’ın henüz 14-15 yaşlarında iken, bir ara Doğubayazıt’a giderek bir süre orada kaldığını biliyoruz. Gündüzleri bile girilmeye korkulan türbede gecelerini geçirmesinin halkı şaşkına çevirdiğini de not düşelim. Hattâ bundan dolayı halk arasında Bediüzzaman için, “Ahmed Hânî Hazretlerinin feyzine mazhar oldu.” denmeye başlanmıştı. 3 ayda 15 senelik ilim tahsil ettiğini, gündüzlerini medresede, gecelerini ise Ahmed-i Hani’nin türbesinde geçirdiğini Tarihçe-i Hayatta okuyoruz.

blank

Celal ismini okutan kuyu: Meteor Çukuru

Derinliği 60 metre genişliği 35 metreyi bulan silindirik kuyuya benzeyen bir yapısı vardır. Derinlik ve büyüklük itibariyle Alaska’daki meteor çukurundan sonra, dünyadaki ikinci büyük meteor çukurudur. 1892 yılında düşen bir göktaşı tarafından oluşturulduğu düşünülmektedir. Aslında bu çukur dünya hayatının pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir. Rabbimiz küçük bir taşı vesile ederek dahi dünyamıza, hayatımıza son vermeye muktedirdir. Bu durum Rabbimizin Celal isimlerini okumaya fırsat iken aynı zamanda ne kadar aciz olduğumuzu da hatırlatır…

blank

Eski bir aşk hikâyesi: Keşişin Bahçesi

İshakpaşa Sarayına giderken yol üzerinde bulunmaktadır. Halk arasında Kerem ile Aslı hikâyesinin geçtiği yer olduğuna inanılmasından dolayı Keşişin Bahçesi olarak adlandırılır. Çölün ortasındaki vaha gibidir. Etrafa baktığınızda bu kadar yeşil bir alana rastlayamazsınız. Kerem ile Aslı hikâyesinin çoğuna hayaller girse de Rabbimizin Cemal, Rahman ve Rahim isimlerinin tecelli ettiği, güzide bir bahçe olduğunu ifade edebiliriz.

blank

Türkiye’nin Zirvesi: Ağrı Dağları

Doğubayazıt’a 15 km mesafede, Ağrı ilinin %11’ini kaplayan, Türkiye’nin 5137 metre yüksekliğiyle en yüksek noktasıdır. Volkanik bir dağ olan Ağrı Dağı sanılanın aksine tek bir kütleden oluşmaz. Çevresi yaklaşık 130 kilometreyi bulan bu dağ, 3000 metreden sonra ikiye ayrılır. Bunlar, Büyük ve Küçük Ağrı olarak adlandırılır. Ağrı Dağı yüksekliği, buzulları, değişik yapısal görünümleri, kar sınırına kadar kaplı otlukları ve dağ çayırları ile ilginç ve çekici bir görünüme sahiptir. 12 ay beyaz takkesini takan, Celal ismini kilometrelerce uzaktan dahi okutan, bakmaya doyulamayan Ağrı Dağı’na mutlaka tefekkür niyetiyle bakmanızı tavsiye ederiz. Marco Polo’nun, “Hiçbir zaman çıkılamayacak bir dağ” diye söz ettiği Ağrı Dağı’nın zirvesine ilk defa 1829 yılında Prof. Frederic Parat başkanlığındaki heyet çıkmıştır. Nuh’un Gemisi’nin burada bulunduğu varsayımı nedeniyle önemli bir turizm destinasyonudur.

Buz Mağarası:

Küçük Ağrı Dağı’nın eteğinde bulunan doğal bir anıt mağarasıdır. Uzun eksenli, elips biçiminde, yaklaşık 100 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğinde, 8 metre derinliğinde elips bir çukurdur. İçinde bazalt lavlar, kayalar ve bu kayaların üzerinde saf ve temiz suların donmasıyla oluşmuş buz tabakalarını görmek mümkündür. Mağaranın en önemli özelliklerinden biri de yazın soğuk, kışın sıcak olmasıdır. Mağaranın ağzından süzülen güneş ışığı mağara içindeki buzlar üzerinde ışık oyunları yapmaktadır.

blank

Ne yiyebiliriz?

Zengin bir mutfak kültürüne sahip olan yörenin yemekleri hayvansal ürünlere dayanır. Abdigör köftesi en meşhurudur. Bunun dışında gosteberg (buğulama), selekeli (saç kavurma), haşıl, hengel, kete, pişi (bişi), erdek, hasude, halise ve murtuğadır. Ayrıca beyaz çiçek balının da meşhur olduğunu not düşelim.

Sarayı, türbesi, camileri, kalesi, bağı, meteor çukuru, dağları, mağaralarıyla kültür, tarih ve doğal güzellikleriyle cazibe merkezi olan bu kadim kent ziyaretçilerine çok sayıda seçenek sunuyor. Her adımda bu unutulmaz anları yaşamak için bavulunuzu, sevginizi, merakınızı, spor ayakkabınızı yanınıza alın.

Doğubayazıt için yola çıkın!..

Benzer konuda makaleler:

2 Geri Dönüşüm

  1. Her suale cevap verilebilir mi? | Sorularla Said Nursi
  2. Bediüzzaman ve Fen İlimleri | Sorularla Said Nursi

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*