Her insanın kendine özel bir kimiliği vardır. İnsanlar, bu kimlik bilgileri üzerinden belirlenir ve tanınırlar. İstenildiği zaman bu basit kimliklerin taklidi, sahtesi yapılabilmektedir. Ama insana, Allâh tarafından kendine özgü, soğuk damgalı tanzim edilmiş kimliğinin taklidi asla mümkün değildir. İnsanların kimlikleri arasındaki en belirgin fark, bu genler ve DNA’ları üzerinden tezahür eder, belirginleşir.
Şimdi, insanın şifrelenmiş bu kimlik bilgilerini daha yakından öğrenmeye çalışalım. İnsan, varlığının temel taşlarını, öz yapısını keşfedip, gizli kalmış bilgilerine ulaşması, çok büyük önem arz etmektedir.
Evet, bu konuya Kur’an’ın A’la suresinin ilk 5 ayetiyle başlamak isterim.
“Yaratıp düzene koyan, takdir edip yol gösteren, (Topraktan) yeşil otu çıkarıp, sonra da onu kapkara bir sel artığına çeviren yüce Rabbinin adını tesbih (ve takdis) et.”(1) buyurmuştur.
Bu âyet’e yakından bakacak olursak:
–Takdir etti. En güzel ölçüyü tayin etti, miktarı
belirledi.
–Kaderi verdi ve Kemal’e erdirdi.
–Programladı ve bu programı amacına ulaştırdı.
Bu âyetlar, fizik ve biyolojinin temel yasalarını teşkil ederler. Zira o kadar önemli bilimsel bir gerçeği ifade etmektedirler ki; bunları anlamadan ne fizik ne de biyoloji olaylarını anlamak mümkün değildir. Bu iki bilim dalı dahi; bu âyet’lerin sırrını ancak son 40-50 yılda anlayabilmiştir.
Adı geçen sure’de, “Rabbini, Alâ ismini tesbih et. O ki, yarattı ve tesviye etti (güzelleştirdi).” diye başlamakta ve hemen akabinde de, bu âyet-i kerime gelmektedir.
Demek ki yaratırken, önce programlar ve sonra tesviye ederek güzelleştirir (Takdir eder, ona kader verir.) ve sonra, o programın sonuna kadar en mükemmelini verir, Kemal’e erdirir.
Evet bu üçüncü âyet ki, “O, her şeyi ölçüyle yapıp, doğru yolu göstermiştir.” İfadesiyle, büyük-küçük tüm varlıkların yaşam öyküsünü dile getirmektedir.
Daha önce de kısaca temas ettiğimiz gibi; hayat öyküsü tamamıyla bir program üzerine inşa edilmiştir. Dış görünüş itibariyle çok farklı sanılan bir ot, bir böcekle, bir ineğin farkı, sadece DNA moleküllerine yüklenen programların farkından ibarettir. Bir başka ifadeyle; beyin hücresi ile bir çiçeğin ya da kelebeğin hücresi, yapı taşı bakımından aynıdır. Hepsi de, DNA moleküllerinden kurulu genetik şifrelerden gelişmiştir. Hayat hikayesi açısından aradaki fark; sadece bu genetik hücrelere verilen matematik program farkından doğmaktadır.
Aynen âyetin beyan ettiği gibi, Rabbu’l-Âlemin onlara belli bir kader (ölçü – program) vermiş ve sonra da tayin edip belirlemiş olduğu, o kadere eriştirmiştir. Son yılların biyoloji ilmî, işte bu noktaya gelmiş ve daha yeni bu âyetin isabet ettiği hayatın, bu temel kader yasasını anlamaya başlamıştır.
Evet şu âlemde tasarruf eden Yüce Yaratıcı, nihayetsiz bir hikmetle yaratıyor. Her şeyde maslahat ve faideler gözetilerek takdir ediyor. Ve bütün işler ve icraatlar bu program üzerinden işliyor.
Meselâ insandaki bütün aza ve organlar, damar ve kemikler, hatta bedenin hücrelerinde, fayda ve hikmetlerin gözetilmesi; bir hikmet eliyle iş görüldüğünü gösterir. Evet güzel bir çiçeğin dakik programını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir ağacın programını küçük bir çekirdekte yazmak, nihayetsiz bir hikmetin göstergeleridir.
Şu kâinata bakıyoruz, görüyoruz ki; bedenin hücrelerinden tut, ta bitki ve hayvanlar âlemine kadar, her şeyde maslahat ve muazzam bir düzen görüyoruz. Bundan anlıyoruz ki, her bir zerreden tut, tâ yıldızlara kadar, zerre miktar şirke yer bırakmıyor. Bir zerre’ye Rab olmak için, bütün yıldızlara sahip olmak gerekir. Öbür yandan, Allâh Te’al’a şu kâinatı bir kitap hükmünde yaratmıştır. Bu kitabın her sahifesi, satırı, kelimesi, harfi ve hatta noktasına kadar, yüzlerce maslahatlar ve hikmetler derc edilmiştir. Ve katiyetle anlaşılıyor ki, bu kadar Müzeyyen (süslendirilmiş) bir kitabın, katibini nakkaşını da yüzer cihetle gösterir.
Evet bu kâinatta şirke yer yoktur. Zira her şeyde son derece bir vahdet, tek elden çıkan bir intizam var. Bir işe müteaddit eller karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, bir ilde iki vali bulunsa işler bozulur, idare tefessüh eder. Bu herkesin kabulüdür, en küçük bir idareci bile, vazifesine başkasının karışmasını istemez. Demek ki hakimiyetin en esaslı hassası (özelliği) bağımsız ve tek olmaktır.
Allâh’ın bir ve tek olduğuna ve şeriki de bulunmadığına dair; şu âyetle nazara verir ve tefekküre sevk eder.
“Eğer gökte ve yerde, Allâh’tan başka ilâhlar bulunsaydı, yer ve göklerin (nizamı) kesinlikle bozulup (fesada uğrayıp) gitmiş (olacak) ti.”(2) buyrulmuştur.
Tevhide dair bu âyet, Allâh’ın varlığına ve birliğine en güçlü delillerinden biri olarak kabul edilir. Bu delil, evrende ve her varlıkta mükemmel bir düzen ve intizamın olmasıdır. Madem bu düzen kusursuz ve mükemmeldir. O halde, mutlak anlamda kusursuz mükemmel bir tanzim edicisi de olmalıdır.
Gerçekten, bu evrende eğer birden fazla ilâh olsaydı; bunlar birbiriyle ya anlaşır veya anlaşamazlardı. Bunlar beraber eşyayı yarattıkları veya nizam verdikleri takdirde; ya birbirlerine yardımlaşmaya muhtaç olurdu, o halde muhtaç olan aciz olurdu ki; kudreti kifayetsi, aciz olan, ilâh olamaz.
Bu ilâh kudreti olsa, haliyle başkasının yardımına muhtaç olmaz. Şu halde, her şeyde mevcut olan bu muazzam düzen şeksiz, şüphesiz Allâhın sonsuz kudret, ilim ve iradesini gösterir.
Diğer yandan bu ilâhlar anlaşamaz ve yek diğerine muhalif olsalar, o zaman da âlemdeki nizamdan eser kalmaz. Kâinat’ta mevcut düzen bozulup giderdi.
Müsbet ilimlerle uğraşanlar için son derece büyük önem ifade eden kâinattaki nizam, bu kâinatı Allâh’ın yoktan var ettiği ve O’nun koruyup idare ettiğini söyleyen, semavî kitaplarla tamamen ittifak eder. Eğer kâinat düzensizlik üzerine kurulu olsaydı; Sainte PAUL’ün dediği gibi, kâinatın manâsı kalmazdı ki: “Allâh, bu kâinatı yarattığı zamandan beri, her şeyde O’nun kudreti ve ulûhiyeti tecelli etmektedir.” demiştir
Moleküller biyoloji Profesörü Albert Macmp’da, “Ben değişik bilim dallarında çalışma yapmış ve uzun yıllarını bu yola vermiş birisi olarak, ilim dünyasında, Allâh’a imanını sarsacak hiç bir şeyle karşılaşmadığımı, bütün kalbi samimiyetimle ifade ederim. İlmî çalışmalar benim Allâh’a imanımı sarsacağına, bilâkis daha da kuvvetlendirdi. Ve eskisinden çok daha sağlam ve metin bir hale getirdi.”(3) diye ifade etmiştir.
Ahh Canlar..!
İnsan fazlasıyla duygusal,
Fazlasıyla yüzeysel ve alelâcele yaşanmayacak
bir hayatının var olduğunun farkında mı?
Farkında mıyız yaşamın, geleceğin, her anın kudsiyetinin..?
Hele ki tam da şimdinin, asla geri gelmeyeceğinin?
Alvarlı Efe’nin şu dörtlüğü de çok güzel..
“Aşık der, incitenden,
incinme, incitenden.
Kemal’de noksan imiş,
incinen incitenden…”
Ve iki âyet:
“Her şeye hakim olmak için uğraşıp, hayatı yaşanmaz hale çevirme.”(4)
“İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.”(5)
Dipnotlar
(1) A’la, 87/1-5
(2) Enbiya 21/22
(3) Niçin Allâh’a İnanıyoruz, 1 cilt, s.204
(4) Beled 90/5-6
(5) Ankebut 29/41
Benzer konuda makaleler:
- Tevhid cilveleri
- Adalet, bütün kâinatın hareket düsturu
- Hücre Bir Nokta, İnsan Bir Elif
- İnsan simaları neden farklı?
- İç içe girmiş üç kainat: Hücre, DNA, Genler – 2
- Hikmet dilinin işaretleri
- Hücre, İnsanın Beslemesidir
- Kâinat ve risâlet-i Muhammediye
- Kader programı, Hologram ve Big Bang
- Kayyûm İsm-i Azam’ı ve kuantum fiziği
İlk yorum yapan olun