İçkili haller…

alt

İçkili hallerin hayatımızda ne kadar acı sonuçlar getirdiğini, Asr-ı Saadet’teki kimi hayatlarda da ibretle okuruz. Âyetle sabit olan içkinin haram oluşu ilk olarak Medine’de yaşandı. Ve Müslümanlar bu kötü âdeti terk ettiler. Azı da çoğu da haram edildi.

Fakat adı Müslüman da olsa, bazıları bu çirkin âdeti devam ettirdi. Bazen gizli, bazen açık…

Ve Osmanlı’nın son demlerinde İngilizler bol içki tüketimi ile halkı perişan edince “Hilâl-i Ahmer [Yeşilay] Cemiyeti” kuruldu. Bediüzzaman da bu heyetin içinde yerini aldı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında ise, bu sarhoşluk hâli, bizzat o yılların Cumhurbaşkanından tutun devlet kademesinde görev yapanlara kadar, tabiî halleri halini aldı.
Bediüzzaman’ı Emirdağ’a sürgün etmeleri bu açıdan ilginçtir. O zamanlar ayyaşların bol olduğu bir ilçe idi çünkü. Sarhoşlar sokakları mesken tutmuştu…

Bir çoğunun bu hâllerden kurtulmasına Bediüzzaman vesile olmuştu. Hatta ”Bediüzzaman falan yerden rakı aldırdı” iftirasını bir meyhane sevdalısına imzalatmak istemişler, fakat ayyaş adam “Tövbe estağfirullah, bunu kim imzalar?” diyerek bu belgeyi imzalamamıştır.

***
Yıl 1958’dir. Ali İhsan Tola, Bedüzzaman’ın Senirkent’i şereflendirmesini arzu eder. Said Nursî Hazretleri “İnşaallah” dese de belli bir tarih vermez. Ve bir gün gitmeye karar verir. Ali İhsan ağabeye de haber gönderir. Bu haber üzerine sevinci sonsuz bir hazza döner. Ve Üstad’a nerede ağırlanmak istediği sorulur.

Üstad Hoşçahala’nın evinde ağırlanmayı arzu eder. Hoşçahala evi, Ali İhsan Tola’nın dedelerinden Hacı Kibar’ın Sultan Abdülhamid zamanında saray kâtipliği yaptığı sırada, yazdığı Kur’anlar karşılığında aldığı altınlar ile satın alınmıştır.

Ev uzun zamandır oturulmadığı için temizlettirilir ve düzene konulur.

Üstadın geleceğini duyan Senirkent halkı meydanı doldurur ve heyecan içinde beklemeye başlarlar.

Tellal Kemal:
“Ey ahali ilçemize Bediüzzaman hazretleri teşrif edeceklerdir, ilçe meydanına toplanıla!” diye avav avaz bağırır. Hem de davulunu gümleterek…

Bu arada Üstadın Barla tarafından geleceği haberi alınır. Hükümet konağının önünde herkes toplanır. İki motorsikletli genç Garip köyünde üstadı karşılamaya giderler.

Nihayet Üstadın otomobili görünür ve Üstada “Hoş geldiniz efendim” derler. Üstad motorsikletlerin arkadan takip etmelerini söyler. Motorsikletler kornalara olanca yüksek sesle basınca motorsikletler çalışmaz hale gelir. Ne kadar uğraşsalar da motorsikletleri çalıştıramazlar. Bu arada otomobil ile araları iyice açılmıştır. Ancak on dakika sonra motorsikletler çalışır.

Bu arada Üstad, Senirkent meydanına ulaşmıştır. Üstad nümayiş ile ilçeye girmeyi arzu etmemiştir. Ali İhsan Tola “Üstadım efendim şehrimize hoş geldiniz, şeref verdiniz” der ve mübarek ellerinden öper. Halk büyük sevinç içindedir. Herkes Üstadı görmek ve duasını almak isterler. Bir müddet arabadan inmesi mümkün olmaz Üstadın.

Sonra talebelerinin yardımı ile arabadan inen Üstad, Hoşçahala’nın evine doğru ilerler. Bu arada Üstad kalabalık arasından Ali İhsan Tola’nın dayısı Veli Tola’yı yanına çağırır. Oysa bu zat devamlı içen, ayık olmayan bir insandır. Veli dayı gelir, Üstadın koluna girer. Ve beraber yürürler. Ali İhsan Tola telaşlanır.

“Eyvah bu adam sarhoştur, Üstadı rahatsız edecek” der içinden. Halk, o kadar insan arasından Veli Tola’yı çağırmasına bir mana veremez. Tolalar sokağına gelinceye kadar Veli dayı Üstadın kolunu bırakmaz. Kendi içinden de:

“O kadar kalabalığın içinde hoca efendi beni neden seçti acaba?” diye kendini sorgulamaktadır.
Bu iltifat ve sevinçten sonra heyecan ile evine gider Veli dayı.
Hanımı kapıyı açınca Veli efendinin bir telaş içinde olduğunu görür. Ve avazı ile bağırır:
“Nebahaaaaaat, getir şu rakı şişelerini!”
Veli dayı rakı şişelerini bir bir fırlatır Hacı Abdullah yokuşuna.
“Getir Nebahaaaaaat, hepsini getir!”
Nebahat hanım ne yapacağını şaşırır. Korkudan titremektedir. Veli dayı tekrar bağırır:
“Nebahaaaaaat, su ısıt!”

Su ısındıktan sonra Veli dayı bir güzel yıkanır. Tevbe eder ve ikindi namazını kılmak üzere Hacı Tevfik Efendi’nin yaptırdığı camide Üstad ile ilk namazını kılar ve hayatı bu tarzda devam eder.

***
Bediüzzaman, yine o yıllarda, Ali İhsan Tola’nın eline bir kitap vererek Ankara’da bastırmasını emreder. Tola, Ankara’ya gider Samanpazar’ı mevkiinde bütün matbaaları gezer ve hiçbir matbaacı kitabı basmaz. Her taraf sivil polis doludur. Geri dönen Ali İhsan Tola hiçbir matbaacının basmadığını söyler.

Üstad:
“Kardeşim, bu kitap mutlaka bastırılmalı” diyerek tekrar gönderir Ankara’ya.
Aynen geri döner ve kimse basmaz kitabı. Üstad, Ali İhsan Tola’yı tekrar gönderir Ankara’ya.

Yine gezip dolaşır, yine kimse basmaz. Ümid kesik bir vaziyette bir matbaanın önünden geçerken, bir matbaacının matbaanın içinde zil zurna sarhoş olduğunu görür. Ve içeri girip sorar:

“Kardeşim benim bir kitabım var; onu basar mısın?” der.
Matbaacı bakar Said Nursi’nin kitabı.
“Akşam hava kararınca gel, kepenkleri indirip basalım hemşerim” der.

Ali İhsan Tola endişelidir. “Adam sarhoş kafa ile söyledi, acaba sözünde durur mu?” diye endişe içinde akşam gider matbaaya. Ve hakikaten matbaacı o gece kitabı sabaha kadar elemanları ile basıp bitirir ve teslim eder. Sevinç içinde Üstada gelen Ali İhsan Tola, basılan kitaplardan birini Üstada uzatır. Üstad kitabı alır, başının üzerine koyar. Ali İhsan Tola bu kitabın basılış sırrını bir türlü anlayamaz. Ve bir gün Üstad:

“Kardeşim kimsenin görünüşüne bakıp hüküm verme” der.

***
Bir hadise de, Tokat’ın Turhal ilçesinde yaşanır. Mahkemeden Nur Talebeleri ve Risale-i Nurlar berat beraat etmiştir. Mahalli gazetede bunun neşrini isterler, fakat gazete bu kararı haber yapmaz. Sonra istişare ederler, matbaada bastırıp dağıtmak isterler. Bu defa da matbaalar basmak istemezler.

Son olarak, ümitsizce, yine ayyaş, fakat Demokrat bir matbaacıya giderler.

“Hemşerim, bu beraat kararını basar mısın?”
“Neymiş o?”
”Risale-i Nur’un beraat kararı.”
“Olur basarım” der.
Ve basar, altına da matbaanın ismini yazar.

Nur talebeleri bu metni bütün ilçeye dağıtırlar. Ve savcılık harekete geçer, bütün Nur talebeleri sorguya alınır. Komiser herkesi sorguladıktan sonra, belgeyi basan matbaacıya sorar:

“Neden bastın bunu, sen söyle bakalım?”
Daha sarhoşluğun eseri üzerinde olan ve ayakta zor duran matbaacı:
“Parayla değil mi, neden basmayayım?”
Komiser tekrar sorar:
“Yoksa sen de Nurcu musun?”
“Evet ben de Nurcuyum.”
“Haydi lan sen de, içen adam Nurcu olur mu?”
“Ben de içen nurcuyum işte” der.
İşin ciddiyeti dağılmıştır. Karakol kahkahaya boğulmuştur.
***
İşte buna benzer bir çok “sarhoş halleri” yaşanmıştır.

Demokrat Parti kurulup il ve ilçe teşkilatları oluşturulurken, bu teşkilatlara girmeye kimse cesaret edemezken, ilginçtir ki bir çok yönetim kurulları ve üyeler sarhoş ve kabadayılardan oluşmuştur.

Ve o “aslan demokratlar” Halk Partisi’ne kök söktürmüşlerdir!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*