NASA’nın yeni keşfi ve Bediüzzaman

Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA, dünya dışındaki hayata dair bilimsel bir keşifle ilgili açıklama yapacağı haberleriyle büyük ilgi toplamıştı. Fakat merakla beklenen bu keşif, dünya dışından değil de yeryüzünden çıktı.

NASA uzmanları, nihayet Washington’da, California’nın tuzlu Mono Gölü’nün dibinde bulunan ve çok kuvvetli bir tabiî zehir olan arsenikte çoğalabilen tuhaf bir bakteriyi keşfettiklerini açıkladılar.

Bilim adamları, bakterinin arseniği sadece yemekle kalmadığını, doğrudan DNA’sına kattığının altını çizdiler. Araştırmacılar, keşfin diğer gezegenlerde hayat için nerelere bakılması gerektiğini de ortaya koyduğuna vurgu yaptılar. Araştırmayı yürüten Arizona State Üniversitesi ekibinin başındaki isim Prof. Felisa Wolfe-Simon, “Kâinatın başka bir yerinde hayatı nelerin mümkün kılabileceğinin anlaşılmasına yönelik kapıyı açtık” dedi. Araştırma, Dünya’daki en meşhur tabiî zehirlerden birinin aynı zamanda bazı canlılar için hayat kaynağı olabileceğini de açıkça gösterdi.

Simon, yaptıkları keşfin sadece arsenik hakkında olmadığını, bugüne dek kabul edilen kuralların dışına çıkan bir organizma keşfedildiğini belirtti. Simon, “Büyük bir kapı araladık. Bugüne kadar içinde bulunduğumuz kâinat hakkında öğrendiklerimiz çok fazla soruyu cevaplamıyordu. Bulduğumuz şey hayat ağacının bir parçası. Hayat ağacında başka neler bulabileceğimizi ve ne sorabileceğimizi düşünmeliyiz. Kâinatın başka köşelerinde farklı hayat formları bulabileceğimizi sorgulamalıyız” dedi.

Benim bu keşifle ilgili dikkatimi çeken, Prof. Simon’un “Kâinatın başka bir yerinde hayatı nelerin mümkün kılabileceğinin anlaşılmasına yönelik kapıyı açtık” ya da “Kâinatın başka köşelerinde farklı hayat formları bulabileceğimizi sorgulamalıyız” cümleleri dikkatimi çekti. Çünkü Prof. Simon’un söylediklerini, Bediüzzaman Hazretleri 1928-30 yılları arasında Barla’da yazdığı Yirmi Dokuzuncu Söz’de hayat bahsini anlatırken “Kâinatın başka köşelerinde farklı hayat formları bulabileceğimizi” Kur’ânî bakış açısıyla zaten söylemişti. Şöyle diyor:

“Hayat olmazsa, vücud vücud değildir, ademden farkı olmaz. Hayat, ruhun ziyâsıdır; şuur, hayatın nurudur. Mâdem ki hayat ve şuur bu kadar ehemmiyetlidirler; ve mâdem şu âlemde bilmüşâhede bir intizam-ı kâmil-i ekmel vardır; ve şu kâinatta bir itkàn-ı muhkem, bir insicâm-ı ahkem görünüyor; mâdem şu bîçare perişan küremiz, sergerdan zeminimiz bu kadar hadd ü hesâba gelmez zevi’l-hayat ile zevi’l-ervâh ve zevi’l-idrâk ile dolmuştur; elbette sâdık bir hads ile ve kat’î bir yakîn ile hükmolunur ki, şu kusûr-u semâviye ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine münâsip zîhayat, zîşuur sekeneleri vardır. Balık suda yaşadığı gibi, güneşin ateşinde dahi o nurânî sekeneler bulunur. Nâr, nuru yakmaz. Belki ateş ışığa meded verir.

“Mâdem kudret-i ezeliye, bilmüşâhede en âdî maddelerden, en kesif unsurlardan hadsiz zîhayat ve zîrûhu halk eder ve gayet ehemmiyetle madde-i kesîfeyi hayat vâsıtasıyla madde-i latîfeye çevirir ve nur-u hayatı her şeyde kesretle serpiyor ve şuur ziyâsıyla ekser şeyleri yaldızlıyor; elbette o Kadîr-i Hakîm, bu kusursuz kudretiyle, bu noksansız hikmetiyle, nur gibi, esîr gibi ruha yakın ve münâsip olan sâir seyyâlât-ı latîfe maddeleri ihmâl edip hayatsız bırakmaz, câmid bırakmaz, şuursuz bırakmaz. Belki, madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ esîr maddesinden, hattâ mânâlardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halk eder ki, hayvanâtın pek çok muhtelif ecnâsları gibi pek çok muhtelif ruhânî mahlûkları, o seyyâlât-ı latîfe maddelerinden halk eder. Onların bir kısmı melâike, bir kısmı da ruhânî ve cin ecnâslarıdır.” 1

On Beşinci Söz’de ise, Mülk Sûresi’nin 5. âyetinden hareketle benzer açıklamalar yapılmaktadır. Ki, bu risâlenin yazılış tarihi de 1926-34 yılları arasındadır.

Cenâb-ı Hak, Hayy isminin tecellisiyle ve sonsuz kudretiyle Mono Gölü’nün dibinde bulunan ve çok kuvvetli bir tabiî zehir olan arsenikte bile çoğalabilen tuhaf bir bakteriyi yaratabilir. Bu keşif, bu mânâda bizim dünyamıza yeni tefekkür damlaları olarak düşerken, maalesef bazı bilim adamlarının dünyasına ise, evrim safsatasını destekleyen tabiatçı bir kara leke olarak da düşebiliyor.

Dipnot:

1- Yirmi Dokuzuncu Söz, Yeni Asya Neşriyat, s. 822-823.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*