‘Sebbit kalbî alâ dînik’le yaşamak

Öfke toprağı serpildi yüzümüze önce. Yolda yürüyorduk, ayağımızı yolda ‘sâbit’ zannettik. Yolumuzun biraz solundan gidenlere kızdık, öfkelendik, öfkemiz büyüdü kocaman oldu. Biz bize sığmaz olduk. Biz ‘biz’ olduk; onlar öteki idi artık… Yanlış yapıyorduk, yanlış yapıyorlardı. Biz yanlış yapardık, tevbemiz vardı. Onlar yanlış yapardı, “Allah ıslâh etsin“ demeyi bile çok görürdük. Hâricîleşmiştik. Evet, bizim hâricimizde olanlar tekfir edilecekti. Bu yüzden hep öfkelendik.

Zihnimiz ‘su-i zan’keş oldu öylece… ‘Cebel-i Uhud’ hükmündeki mü’minlikleri, ‘çakıl taşları‘ hükmündeki günahlarına mağlûb düştü gözümüzde…

Biz, cebel-i uhudun altında eziliyoruz, evet…

Çakıl taşları zihnimizi deliyor artık, evet…

Oysa…

Burası: Dünya… Onlar: İnsan… Biz: İnsan…

Hata yapanlar: İnsan… Hata yapmayanlar: Melekler…

Burası: Cehennem yâhut cennet değil, belki şairin dediği gibi ‘cehennet‘ olabilir ancak.

O kâfir, o günahkâr, o fâsık.

Biz mü’min, ben mü’min… Peki mâsum muyum/muyuz tamamen?

Fakat daha dün ‘beline zünnâr bağlayan’ sonra İslâmla müşerref olup yaşayan yok mudur?

Dün mürşid olan, bir fâniye tutulduğunda beline zünnâr bağlamamış mıydı?*

Hz. Peygamberi (asm) öldürmeye giden Ömer ibn Hattab, sonrasında ‘Emirü’l-Mü’minîn Ömerü’l-Faruk‘ olmamış mıydı?

Hz. Peygamberin (asm) zamanında mescidin güvercini iken ‘Sâlebe‘, sonrasında hüsrana uğrayanlar gürûhuna dahil olmamış mıydı?

Misâller yığınla… Demek, önce ‘öyle’; sonra ‘böyle‘ olabiliyorsak ‘biz’ olmak tamamen ‘mukadder’ olamıyor. ‘Mukaddes’ olan yarına ‘mukadder‘ kalamayabiliyor.

’Yâ mukallibe’l-kulûbi’* diye nidâ ediyordu Efendimiz (asm) ve devamında mühîm bir hakikâti de ihtâr ediyordu: ‘Sebbit kalbî alâ dînik… ‘ Evet, O (cc) ki, bir kimsenin kalbini hâlden hâle çeviriyordu, ‘Mukallib’di… Hz. Peygamber (asm) dahi bundan havf edip, Rabbinin dergâhına ilticâ etmişti. Hâl böyleyken kendimizi ehl-i necât saymak yâhut hataya düşenleri ‘necâttan hâlî’ görmek neyin nesidir/nesiydi? Pek âlâ; kalbimiz bozulabilir; vicdanımız sönebilir, Allah-u Teâlâ’nın ahlâkından uzak kalabiliriz… Daha dünyada iken kendimizi cennete, günah işleyeni de cenehenneme göndermek ne derece sahihdir/sahihdi?

Günâhından, hatasından ötürü merhamet etmemiz gerekirken ve Bedîüzzaman Hazretlerinin deyimiyle ‘sadece acımamız ve lütufla ıslâhına çalışmamız’ elzemken ve ‘nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez‘ iken başkalarının hatalarını neden bu denli gözlerimizi küsûfa götürüyordu… Anlamıyorduk.. Pek âlâ haklar/hukuklar çiğniyorduk, Allah affetsindi..

Hâmiş:

* Hüdhüd’ün Cevabı, Mantık’uttayr – Attar

* ’Yâ Mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik’ (Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.) Hz. Peygamber (asm)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*