Vatanını da, gazetesini de seven Selâhaddin

Geçen sene, gerek korona, gerek başka sebeblerle, bir çok dâvâ arkadaşımızın, ânî vefatları bizleri üzdü. Ve o ruh hâliyle şu mısraları yazmıştık:

Gidiyor yârenler tek, tek o menzile.

Tam bir âhir zaman, gelmiyor Tenzile.

Dostlar, ahbablar, kardeşler yolcu olmuş.

Ne civanlar, ne gül benizler solmuş.

Rabbimizden, emir geldi miydi birden.

Artık, kimse kaçamıyor o kabirden.

Azrail (as) bir elçi. Alınca emri,

Kesiyor birden, en muhkem, sert demiri.

Hakk’tan gelene, boynumuz, kıldan ince.

Allah acısın bize, kabre girince.

Kardeşler, dostlar, dinleyin de, bir bakın.

Üzmeyelim kimseyi, ölüm çok yakın.

Bu sene başlar başlamaz, yine dostlarımızdan âhiret âlemine gidenler olmaya başladı. Bir kaç hafta evvel, gazetemizin emektar arşivcisi, soy ismiyle mütenasib, hem gazetesini, hem de vatanını seven Selâhaddin Vatansever Ağabeyimizin rahatsız olduğu haberini alınca aradım, konuştuk, teselli verdik. “Bu hastalıktan, ölenler de oluyormuş Osman kardeş” dedi. Biz yine de, müsbet mânâda teselli verdik. Fakat, birkaç gün evvel aldığımız haberle, vefat ettiğini öğrendik ve üzüldük. Onunla ilk tanıştığımız an gözümün önüne geldi.

2010 senesi Şubat ayında Yeni Asya’nın, 41. sene-i devriyesi merasimine iştirak etmek için İstanbul’a gitmiş, gazete binamıza da uğramıştım. Yazı işlerinde arkadaşlarla sohbet ederken, yazılarımızdan söz açılınca, o günlerde “Yeni Asya’da yazmak” başlıklı yazımıza me’haz olmak üzere, gazetemizin ilk senelerinde çıkan eski bir yazımızı, “nasıl bulabileceğimizi?” sormuştum.. Arkadaşlarımız sağ olsunlar, o zaman, gazetemizin emektar arşiv memuru Selâhaddin Vatansever ile bizi tanıştırdılar. Beraber arşive indik.

İlk  senelerin gazetelerine şöyle bir bakalım derken, gördük  ki, ilk bir-iki senenin gazeteleri arşivimizde yoktu. Bu nasıl olurdu? Bir gazetenin en büyük damarlarından biri olan arşivde nasıl noksanlık olurdu? Ama olmuştu işte. 90 iftirakındaki; taşınmalar, tecezzîler, v.s. gibi sebeplerden dolayı olmuştu bir kere. “Çaresi bulunan şeyde acze düşmemek” prensibiyle, bunları temin edeceğimizi söyleyince, Selâhaddin Abi sevinerek, tekrar yazı işlerine çıkıp, arkadaşlarımıza da bunu söylememizi istedi. Yukarı çıktığımızda (zannedersem Güleçyüz’ ün odasıydı) orada bir iki arkadaşla konuştuk. Bunun nasıl olacağını, kendilerinin temin edemediklerini söylediler. Biz de, Ankara’da kadim dostumuz, yarım asırlık sarsılmaz ve bu dâvâdan hiç inhiraf etmemiş, bindiği trenden atlamamış bir ağabeyimizin olduğunu, tâ başından beri gazetemizi biriktirdiğini söyleyerek, ondan temin edebileceğimizi söyledim.

Bu ağabeyimizin kim olduğunu sordular.

“O, pek öyle öne çıkan bir ağabeyimiz değildir, her zaman bu dâvâda ayak olmayı baş olmaya tercih eden sadık bir ağabeyimiz, İsmail Yaman”  ( geçen senenin ilk aylarında, o da rahmetli oldu) dediğimde, “O ağabeyden daha önce istenmiş, ama alınamamış her hâlde” dediklerinde, eski hukuk ve samimiyetimize istinaden, “Yok o ağabeyimiz bizi kırmaz, bize verir” dedim. Ve orada, İsmail Yaman Ağabeye telefon açtım, vaziyeti bildirdim. “Hay hay, Osman kardeş! Hem ayrıca, eski “ İttihad” lardan ve diğer; “İhlâs, Uhuvvet, v.s. gazeteleri de var, onları da veririm” dedi. Orada arkadaşlarımızla beraber nasıl sevinmiştik.

Bursa’ya döndükten sonra ne zaman nasıl gidileceğini kararlaştırdık. Ve biz Bursa’dan otobüsle, Selâhaddin Vatansever de, gazetemizin şoförü Mehmed kardeşimizle Ankara’ya vâsıl olup buluştuk. Tabiî öncesinde, İsmail Ağabeyi arayarak geldiğimizi söyledim. Ayaş’ta köyde imiş, bahçe işleri ile uğraşıyormuş. Bizim için geleceğini söyledi ve sağ olsun işini, gücünü bırakıp Ankara’ya geldi. Biz de Selâhaddin ve Mehmed kardeşlerimizle birlikte, Ankara’daki üç fedakâr kardeşimizi de (Erdinç Adıbelli, Ahmed Üzmez, Sirac Çınar) alarak, İsmail Ağabeyin evine gittik. Arşiv üzerinde yaptığımız yarım günlük bir çalışmadan sonra gazetelerimizi alarak, Selâhaddin ağabeyleri İstanbul’a yolladık.

Ondan sonra da, bir seferinde gazeteye gittiğimizde, beni arşive indirdi. Yaptığı yenilikleri, arşivleri internette toplama işini, yetiştirdiği saksıları filan göstermişti.

Daha sonraları da tabiî, muhtelif vesilelerle haberleşiyorduk. Hakikatten de O, sessiz fakat çalışkan, kendisini gazetesine adamış bir kahramandı.

Allah rahmet eylesin. Makamı Cennet olsun inşâallah. Camiamızın ve ailesinin başı sağolsun.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*