Bediüzzaman’dan içtimâî dersler

İnsanların bu zamanda aradığı iman hakikatlerini, Risale-i Nur ile insanlara ulaştırmak için safi ve halis bir iman hizmeti lâzımdır. Onun için Risale-i Nur bu konuda ne söylüyor bakalım. Ayrıca şûrâya niye ihtiyacımız var olduğuna ve istibdadın nasıl sirayet ettiğine değinelim istedik…

“İlim azizdir, zelil etmek istemem”

“Suâl: Misafirperverlik müstahsen bir âdetimiz olduğunu bilirken, neden kimseye misafir olmuyorsun? Talebelerinizi de, ekmeğimizi yemekten, hediyemizi almaktan men ediyorsun. Hâlbuki size iyilik etmek borcumuzdur. Ve hakkınızdır?” (Münâzarât) sorusuna cevap veren Bediüzzaman Said Nursî, “İlim azizdir, zelil etmek istemem” diyor. Bu hal ve tavrıyla sadece aşiretlere değil “memur ve büyükler” diyerek ifade ettiği devlet yöneticilerine ve zenginlere de ders veren Bediüzzaman aşağıdaki ifadeleri söylüyor:

“Saniyen: Vazifelerinde ihmal ile kanaat gösteren ve maaşlarıyla kanaat etmeyen, harcırahları ellerini misafirlikten çektirmemiş olan bazı memurlara fiilen nasihat etmek isterim.

Salisen: Varidat-ı zulmiyeleri [zulüm yoluyla gelen gelirleri] kesilmiş olan bazı büyüklere, zulümât-ı zulme sapıp pek geniş açtığı masârifin kapısının seddine yol gösteriyorum.” (Münâzarât)

Bu hakikatlerden anlaşıldığı gibi hiçbir dünya menfaati aramayan Bediüzzaman, hem iman hizmetinin kudsiyetini muhafaza etmek, hem de bir türlü eski alışkanlıklarından ve huylarından vazgeçmeyen memur ve büyükleri bu halden kurtarmak istediğini ifade ediyor. Kendi maaşına kanaat etmeyen, hak ettiğinin dışında kazanç arayışında olan memurlara nasihat ediyor. Büyüklerin yaptığı masrafların seddi için yol gösteriyorum, onun için uğraşıyorum diyor.

“Neden âdet-i müstemirreyi [yerleşmiş âdetleri] tezyif ediyorsun?” diyenlere karşı yukarıdaki cevapları veren Bediüzzaman “Zaman, işte şu âdetin sırtından yiyip içti”, “Size iyilik etmek borcumuzdur; ve hakkınızdır” gibi insanların zihinlerinde yerleşen fakat yanlış olan anlayışlara dikkat çekerek, bu âdetin açtığı israflara ve tembelliklere değiniyor.

“Hayat-ı içtimaiye için şûrâ şart”

“Beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hacetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdat ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi, hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hacetlerin teminine yol açar.” (Hutbe-i Şamiye) diyen Bediüzzaman Said Nursî çok mühim bir hakikati ifade etmektedir. Hayat-ı şahsiye-i insaniyemiz için nasıl imana muhtaç isek, hayat-ı içtimâiyemiz için de yine imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer’îye, yani hürriyete ve demokrasiye muhtacız. Hürriyet ve demokrasi yolunda, yukarıdaki manayı taşıyan bir anlayışla ilerlemek gerektir.

“İstibdat sirayet eder”

Biraz da şûrânın ve meşveretin tam zıttı, hatta karşısında olan istibdada değinelim ki, şûrânın ehemmiyeti daha iyi anlaşılsın. Münâzarât’ta “‘İnsanlar kendi idarecilerinin yolundadırlar’ (Keşfü’l-Hafâ, 2:311.) (Hadîs-i şerif) sırrınca, istibdat herkesin damarlarına sirayet etmişti, çok nam ve suretlerde kendini gösteriyordu, çok dâm ve plânlar istimal ediyordu” diyen Bediüzzaman, mevcut istibdadın, yaygın bir hastalık gibi her tarafa sirayet eden tahripkâr özelliğine değinmekte, farklı isim ve görüntüler altında akla gelmeyecek planlarla kendini muhafaza edebilen, aynı zamanda yaygınlaşabilen istibdadın ne kadar tehlikeli olduğunu belirtmektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*