Hakiki Nur talebeliği

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleriyle eliyle asrımıza takdim edilen Risale-i Nur Külliyatı, bütün dünyaya yayılarak insanlığın imanını kurtarmaya devam etmektedir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Ben Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş olduğunu bütün dünyaya ilan ve ispat edeceğim” diyerek, bu sözünü izn-i İlâhî ile yerine getirerek insanlığın yardımına koşmuş, hâl-i âlemin ıslahı için çalışmıştır. Kur’ân’ın manevi bir mu’cizesi olan Risale-i Nur, dünyanın her yerinde fütuhat ve tamirat yapmaktadır. Risale-i Nur’u tanıyan onun ders halkasına dâhil olmakta ve ona talebe olmaya çalışmaktadır. Dünya’da Kur’ân’dan sonra hiçbir esere bu derece intisab olmamıştır. Üstad Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle, “Risale-i Nur’un tarz-ı beyanını gören, lakayt kalamaz. Başka eserler gibi yalnız aklı ve kalbi değil, belki nefsi de ve hissiyâtı da musahhar eder.”

Risale-i Nur’un başta ülkemiz olmak üzere, dünyanın her yerinde büyük okuyucu kitlesi ve talebesi vardır. Risale-i Nur, hayata hayat olacak kudsî hakikatleri havi olmasından, yaşanması gereken bir eser külliyatıdır. Bu sebeple, Risale-i Nur’a intisap edenlerin onun en üst mertebesi olan “Talebelik” sınıfına yükselmesi Üstad Bediüzzaman hazretleri tarafından bizzat istenmektedir. “Risale-i Nur talebesi” ünvanını almanın yolunu Kastamonu Lahikası ve Tarihçe-i Hayat eserlerindeki bir mektubunda Üstad Bediüzzaman Hazretleri şu şekilde özetlemektedir: “Risale-i Nur’a intisap eden kimsenin en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran ve okuyan Risale-i Nur Talebesi ünvanını alır.” Yirmi Altıncı Mektub’da ise, “Risale-i Nur’a giriş üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur. Talebe ise, Kur’ân-ı Hâkim’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebettardır” demekle, talebelik mertebesinin yüksekliğine dikkat çekmektedir. Risale-i Nur Talebeliğinin en birinci şartı olarak da, “Risale-i Nur’u kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıkmak ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilmektir” şeklinde beyan etmiştir.

Risale-i Nur talebesi olmanın ve ona liyakat kesbetmenin daha birçok esası ve ölçüsü vardır. Risalelerde bu esaslar ortaya konmuştur. Bunların başında gelen en mühimleri başta tahkikî imanı kazanmak olmak üzere, ihlas, uhuvvet, tesanüd, sadakat, istiğna, sebat, metanet ve enaniyetten tahaffuz etmektir. Hakiki bir nur talebesi olmanın şartları bu ölçü ve esasların hayata hayat olmasıdır. Yani iyi ve hakiki bir Nur talebesi, tahkiki imanda terakkî ederken ihlası esas tutması, yani amelinde ve niyetinde rıza-i İlâhi olması, ubudiyetini ve hizmetini sırf emr-i İlahi için yapması elzemdir. Bunun için İhlas ve Uhuvvet Risâleleri en güzel rehberdir. Uhuvvet Risalesi’ndeki Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri her zaman hatırda olmalıdır: “Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem’a-i İhlas’ın düsturlarını ve hakiki ihlasın sırrını mabeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmek, vücub derecesine gelmiş.”

İhlasın yanında uhuvvete, yani kardeşlik hak ve hukukuna riâyet etmek, Uhuvvet Risalesi’nde yazılan ölçülere bağlı kalmak ve Nur mesleğinin esasının uhuvvet olduğunu unutmamak; On üçüncü Şua’da belirtilen “Kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak” gibi çok ince ve hassas düsturları hayata geçirmek. Çünkü On Üçüncü Şua’da beyan edildiği gibi: “Risale-i Nur Talebeleri birbirine en fedakâr nesebî kardeşten daha ziyade kardeştir. Kardeş ise, kardeşinin kusurunu örter, unutur ve affeder.”

Hakiki Nur Talebeliğinin bir hususiyeti de tesanüd ve ittihadı muhafaza etmektir. Manevî bir şirket olan Nur mesleğinde ve hizmetinde kardeşler arasında tesanüd ve ittihadı muhafaza etmek çok mühimdir ve büyük bir fazilet ve meziyettir. Bununla ilgili Üstad Bediüzzaman Hazretleri On Üçüncü Şuâ’da çok mühim şu ifadeleri kullanıyor: “Bu zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesanüd ve ittihadı muhafaza eden bir halis kardeşimiz, bir velîden ziyade kıymet alıyor.” Bu mevkii alan Nur talebeleri zaten enaniyetten de tahaffuz ederek “ben” yerine “biz” düsturunu uygulamış oluyorlar. Bu noktada, “hakiki nur talebeleri hatta meşrû bir tarzda dahi olsa enaniyetten, hodfuruşluktan vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risale-i Nur’un hakiki şakirtleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı manevide ve havz-ı müşterekte eritmeleri” gerektiğini yine On Üçüncü Şua mektuplarında dile getiren Üstad Bediüzzaman Hazretleri, aynı mektupların birinde hakiki nur talebeliğinin mesajını vermektedir: “Bazı esbaba binaen, ben en ziyade Hüsrev’i ve Hâfız Ali (r.h.), Tahirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. ‘Acaba neden?’ derdim. Şimdi anladım ki, onlar hakikî vazifelerini yapıyorlar; mâlâyani şeylerle iştigal etmediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enâniyetten gelen hodfuruşluk ve tenkit ve telâş etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve itmi’nan-ı kalbleriyle Risale-i Nur şakirtlerinin yüzlerini ak ettiler, zındıkaya karşı Risale-i Nur’un mânevî kuvvetini gösterdiler. Cenâb-ı Hak, onlardaki nihayet tevazu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsin. Âmin.”

Tesanüd düsturuna çok ehemmiyet veren Üstad Bediüzzaman Hazretleri, On Üçüncü Şua’nın bir başka mektubunda tesanüdün yani dayanışmanın yani bir vücud gibi olmanın ehemmiyetini şu şekilde anlatmaktadır: “Aziz, sıddık kardeşlerim, Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi, yalnız bize ve Risale-i Nur’a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin katî buldukları bir hakikate dayanmaya pek çok muhtaç bulunan avâm-ı ehl-i imân için dalâlet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir mercî, bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle, sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki, bir hakikat var, hiçbir şeye feda edilmez, ehl-i dalâlete başını eğmez, mağlûp olmaz diye kuvve-i mâneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.” Hem “Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar” ve “Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır” diyen Üstad Bediüzzaman hazretleri, ‘isâr’ hasleti gibi kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmek, azami fedakârlık ve üzerindeki akrep mesabesindeki kusurunu bildirene küsmemek ve ona minnettar olmak ve hiçbir zaman kavl-i leyyin, nezihane ve nazikaneliği unutmamak ve benzeri âlî hislerin hakiki nur talebelerinde bulunması gerektiğini de söylemektedir.

Hakiki nur talebeliğinin vasıfları elbette bahsettiğimiz esas ve ölçülerle sınırlı değildir. Daha pek çok ince ölçü ve esas vardır. Bunlar tafsilatıyla Risale-i Nur’da beyan edilmiştir. Bilhassa yeni tanzim edilmiş Yeni Asya Neşriyat’a ait Hizmet Rehberi’nde Nur Talebeliğinin bütün vasıf ve ölçüleri enine boyuna ele alınmış ve altmış adet başlık altında derlenmiştir. Bu bakımdan, özü Zübeyir Gündüzalp Ağabey tarafından tanzim edilen Hizmet Rehberi bu hususta bizce çok güzel ve kıymettar bir rehberdir.

Üstad Bediüzzaman hazretleri, Hakiki nur talebeliğinin manevi kazancı ve neticesinin ise çok mühim iki faydasını şöylece özetlemektedir: “Nurun sadık şakirtleri imanla kabre girecekler. Hem şirket-i mâneviye-i Nuriyenin feyziyle, her bir şakirt derecesine göre umum kardeşlerinin mânevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya âdeta binler dille istiğfar eder, ibadet eder.”

Bu derece mühim ve hayatî kazanç ve bilhassa en mühim meselesi “Cehennemden kurtulmak” olan her insan için bulunmaz bir fırsattır. Öyleyse buyurun Risale-i Nur dairesine.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. düzeltme -risale-i nura intisab eden zatın en ehemmiyyetli vazifesi,onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir.onu yazan veya yazdıran risale-i nur talebesi ünvanını alır.kastamonu lahikası

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*