Son şahitlerden İslâmköylü Hacı Hafız Hasan Ergünal

2007 yılı Aralık ayının soğuk bir kış günüydü. Isparta’nın İslâmköy’üne gelmiştim. Maksadım, Nur’a merkez ve mekân olmuş, ismiyle müsemma bu İslâm diyarını gezip tanıdıktan sonra Üstadımızın mümtaz talebesi merhum Hafız Ali Ağabeyin şahitleriyle görüşmekti.

Üstadımızın diğer bir talebesi merhum Hasan Ergünal Amcamız ise, İslâmköy’ün girişinde, iki katlı duvarlarla çevrili bahçe içindeki evinde kalıyordu. Evinin önüne gelince, köylülerden birinin “Hasan Ağa, misafirin var” diye seslenmesiyle birlikte Hasan Amca yaşlı haliyle evinin giriş kapısında belirdi.

Hasan Amcayı ilk görüşte heyecanlanmıştım. Bana “Ne istiyorsunuz?” dedi. Kendisini görür görmez nurânî bir zatla muhatap oluşumun sevinci içine girdim. Selâm vererek elini öpmek istedim. Fakat o, yaşının verdiği yorgunlukla bize sorduğu suâlini tekrar etti.

“Vanlıyım, Bursa’dan geliyorum Hasan Amca. Elinizi öpüp duânızı almak istiyorum” diyebilmiştim.

Daha önceleri bize söyledikleri, “O fotoğraf çektirmiyor, hiçbir şey de anlatmıyor” telkinâtları da beynimde zonklayıp duruyordu.

“Ya Hasan Amcanın hatıralarını alamazsam ben ne yaparım?” endişesi içerisindeydim. Ama Hasan Ergünal’i görmem bile o anda bana yetmişti. Üstadı görmüş, müteaddit defalar ziyaret etmiş,  Hafız Ali Ağabeye talebe olmuş, ondan Kur’ân ve Kur’ân hattı dersi almış bu zatı, dünya gözüyle görmem benim için büyük bir bahtiyarlıktı.

Yaşına istinaden daha fazla yormak ve zorlamak istemedim. Yüzüme baktı. “Ne için geldin?” diye sordu tekrar. Ben “Üstad ve Hafız Ali Ağabeyle alâkalı…” deyince tevazu içinde “Ben bir şey bilmem” diyerek mukabelede bulundu. “Hasan Amca…” diyerek ısrar edince, “Tamam tamam, yan tarafta medrese var. Git, Fahrettin kardeş sana yardımcı olsun” dedi.

Evinin arka tarafında bulunan Hafız Ali medresesine giderek, ehl-i hizmet Fahrettin kardeşe durumu anlattım. “Tamam, o yaşlı. Ben yardımcı olurum” dedi. Hasan Amcayla alâkalı birkaç not aktarmıştı. Fahrettin kardeş, onun hâlâ bekâr olduğunu söyledi o zaman. Hayatı boyunca Risâleleri yazmakla iştigal etmişti. Hafız Ali Ağabeyden 5 yaşında iken Kur’ân dersi almış ve Kur’ân hafızı olmuştu.

Hafız Ali Ağabeyin onu çok sevdiğini, bir gün ona “Risale yazar mısın?” diye sorduğunu, Hasan Amcanın da “Yazarım” dediğini anlattı. Risale-i Nur Külliyatı’nı üç defa yazarak bitirmiş. Üstad’ı da defalarca görmüş, Üstad köye gelince ona yardımcı olmuş.

Fahrettin kardeşin sürekli gördüğü, görüştüğü ve dinlediği Hasan Ergünal Amcanın pekçok hatırası mevcuttu. Fahrettin kardeş, o an olmasa da, daha sonra e-mail yoluyla fotoğraf ve hatıraları gönderme zahmetinde bulundu. Kendisine kucak dolusu selâm ve muhabbetlerimi sunarken, sizleri merhum Hasan Ergünal Amcamızın kendi ağzından aktardığı hatıralarıyla baş başa bırakıyorum:

“BENİM TALEBELERİM KADER-İ EZELİDE TAYİN EDİLMİŞLER”

Ben Üstad’ı 1945’te Emirdağ’da ziyaret ettim. Risale-i Nur’u 7-8 sene evvel yazmaya başlamıştım. Üstad bizim köye ziyarete geldikten sonra artık tekrar tekrar ziyaretine gittim. Bir gün, “Şunu da götüreyim, bunu da götüreyim de duâsını alayım” diye çabalıyordum. Üstad’a vardığımda ben hiçbir şey söylemeden dedi ki: “Kardeşim! Benim talebelerim kader-i ezelîde tayin edilmişler; onlar bana geliyor, ben hiç kimseyi çağırmıyorum.”

Üstad, kalbimi okumuştu… Nasıl ki, Üstad Hazretleri Van’dan çıkarılırken, “Kader-i İlâhî beni sevk ediyor” diyor; öyle de 8. Şuâ’da gaybî bir işaretle Gavs-ı Azam tarafından isimleri sayılan 7-8 talebe de kader-i ezelide tayin edilmiş. Onun için biz çok bahtiyarız. Nasip olmuş… Zannetmeyin ki, herkes kendisi yazmış bu Risâleleri.

“HER GÜN İŞİNİZE GİDERKEN İKİ ÜÇ SAYFA OKUYACAKSINIZ”

Yine bir gün Üstad’ın ziyaretine gitmiştik. “Yazıyor musun?” diye sordu. Ben de “Efendim, ancak namazımı kılabiliyorum” dedim. Sonra, “Okuyor musun?” dedi. Ben yine “Efendim, ancak namazımı kılabiliyorum” dedim. Bize “Her gün işinize giderken, iki üç sayfa okuyacaksınız” dedi.

ÜSTAD, İSLÂMKÖY’E TEBRİK İÇİN GELDİ

Her halde 1954 idi. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, şimdi Isparta’da müze halindeki evinin garajında bulunan o arabayla İslâmköy’e geldi. “Ben niye geldim, biliyor musunuz? Ben sizi tebrike geldim. Yazdığınız bu risalelerin dünyaya duyurulmasına ve neşrine sebep olduğunuz için sizi tebrike geldim” dedi ve gitti. Ben bir müddet sonra Üstad’ı tekrar ziyarete gittim. Şöyle dedi: “Sen İslâmköy’de bu risaleleri yazan kim varsa hepsine selâm söyleyeceksin. ‘Yazdığınız bu eserlerin dünyaya duyurulmasına ve neşrine sebep olduğunuzdan dolayı Üstadınız sizi tebrik ediyor’ diyeceksin” dedi.

Talebelerin yazdıklarının bir kısmı kendi ellerinde kaldı, bir kısmı Türkiye’nin her tarafına dağıldı. Şimdi de Amerika ve Avustralya’ya kadar yayılmaya devam ediyor. Demek ki, Üstad’ın o zamanki müjdesi tahakkuk ediyor inşallah.

MÜMKÜNSE ESKİ YAZIYI ÖĞRENİN

Ben beşinci sınıfta yazmaya başladım, hâlâ da yazıyorum. Siz de mümkünse eski yazıyı öğrenin, bunları okuyun. Bakın bu Otuz Üçüncü Söz (Pencereler) Risâlesi, bunu kendim yazdım. Dünyanın fenlerinden istifade ediyoruz. Bende bütün Külliyat var, fakat o zamanki ağabeylerin yazıları o kadar güzeldi ki, o yüzden utandım, Üstad’a götürmedim.

MERHUM HASAN  AMCA, “HAFIZ ALİ AĞABEYİ” ANLATIYOR

Merhum Hasan Ergünal Amcamıza “Ahirette Risale-i Nur Talebelerinin bayraktarı olan Hafız Ali Ağabey nasıl bir insandı?” diye sordum. Şöyle anlattılar: “Kendisi imam ve hafızdı. Gayet güzel Kur’ân-ı Kerim okurdu. Çiftçilik de yapıyormuş. Onun evi köyün öbür tarafında idi. Risale-i Nur’a intisaptan sonra devamlı yazar, akşam namazından yatsıya kadar duâlarını okurdu. Yatsıyı talebeleriyle kılar, fazla oyalanmadan yatardı. Şafaktan evvel kalkar, Cevşen’ini okur, sonra talebeleri gelirdi. 10-15 çocuk okutuyordu; dört tane hafız çıkardı. Namazdan sonraki tesbihatı hep bir ağızdan sesli yapıyor, Kur’ân okunduktan sonra da dağılıyorduk. Bir kısmımıza da yazdırıyordu. İşte o yazanlardan biri de bizdik…”

EHL-İ VELÂYET VE EHL-İ KEŞİF İDİ

“Sene 1943 idi… Ben Külliyat’ın büyüklerini yazmıştım, bir de küçükleri yazmaya başladım. Yirmi Dokuzuncu Söz’ü yazdım, hocamın [Hafız Ali ağabeyin] yanıma gittim. Yanına oturttu beni; baktı, baktı, dedi: ‘Kardeş! Ben bugün kabristanı ziyarete gittim, onların ahiret azıkları hiç yoktu. Öyle vaveylâ ediyorlardı ki. Ben o acıyı gördüm, dağlara kaçsam unutamayacağım…’ Hocam ağlıyordu. Siz insan ölünce kurtuluyor zannetmeyin; nasıl burası bir âlemse o kabir de öyle bir âlemdir, adem ve yokluk yoktur.

“Hocam Hafız Ali ehl-i velâyet, ehl-i keşifti, çok defa gelip gidenlerin isimlerini söylerdi, bazen yollarda gecikenlere ‘Nerede kaldınız?’ derdi. Mübarek öyle bir veliydi. Hatta risalelerde okumuşsunuzdur; Üstad Barla’da iken, ‘Benim duâma âmin diyor, Hafız Ali burada mı?’ diye soruyor. Bazı zaman mektuplar gelmediğinde Santral Sabri Ağabeyin köyüne (Bedre’ye) doğru ‘Ya imam! Mektupları göndermezsen indallah mes’ulsün…’ diye bağırır ve duyururdu. Kastamonu Lâhikası’nda Üstadımızın, Hafız Ali Ağabeyin velâyetine iş’ar eden ifadeleri de vardır.”

Son şahitlerden İslamköylü Hasan Ergünal Ağabeye Allah’tan rahmet diliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*