Açılım geciktikçe…

Yumurtalı, biber gazlı, itiş-kakışlı üniversite olaylarının ufuneti daha bitmeden BDP kaynaklı provokasyonlar geldi.
“İki dil”le başlayan atraksiyonlar, iki bayrak, yerel parlamento ve öz savunma gücü talepleriyle devam ederken, bunlar “demokratik özerklik” sloganı ile ambalajlanarak ortaya sürülüyor.

 

Talep edilen ikinci bayrağın, Kuzey Irak’taki özerk Kürdistan bayrağıyla aynı olması da ilginç.
(Bir sonraki aşamada, evvelce de zaman zaman seslendirilen “Haydi Kuzey Irak’ı Türkiye ile birleştirelim” tuzağı bir kez daha gündeme getirilirse herhalde sürpriz bir gelişme olmaz.)
Keza diğer taleplerin, daha önce İmralı sakini tarafından ifade edilmiş olması da dikkat çekici.
Bazı haberlere göre, Apo hazırladığı projenin devlet tarafından açıklanacağını söylemişti. Ama öyle olmadı ve o talepler Demokratik Toplum Kongresine sunulan taslak raporda yer aldı.
Ortaya çıkan tablonun ilk akla getirdiği şey, ABD’nin Irak işgali sonrasında ciddî mesafeler kaydeden “Kürt siyaseti”nin Türkiye boyutunu da hayata geçirmek için düğmeye basıldığı.
İşgalin, Saddam’ın devrilmesiyle sonuçlanan ikinci etabı tamamlandıktan bu yana Irak devletinin tepe noktasında bir Kürt siyasetçi oturuyor. Kuzey Irak da Kürtlerin kontrolünde.
Şimdi, “Kuzey Irak’taki oluşumu, oranın da kuzeyine taşımanın peşrevleri mi başladı?” diye sorduran gelişmeler meyanında, PKK’yı “terör örgütü” olmaktan çıkarıp, bu sürece siyasî bir aktör olarak dahil etme aşamasına mı geçiliyor?
Örgüt adına ilân edilen eylemsizlik kararı önce 1 Mart’a, ardından seçimlerin yapılacağı Haziran’a kadar uzatılırken, proje detaylarını siyaset platformuna taşıma işaretleri giderek artıyor.
Ve bu işaretler, bazı mahfillerdeki kronik “bölünme korkusu”nu tetikleyen provokasyonlara dönüşüyor. Terör cenahındaki sükûnetle yaşanan nisbî rahatlama, bu kez siyaset alanında patlatılan “bomba”lara kurban giderken, peş peşe gelen asabî açıklamalarla sinirler geriliyor.
Bunun üzerine BDP, Mecliste iki dil gibi bir talepleri olmadığını, kürsüde verilen birkaç kelimelik Kürtçe mesajların anadil konusuna dikkat çekme amacıyla sınırlı olduğunu, taslak raporun kesin kabul görmüş nihaî metin olmadığını belirterek gerilimi yatıştırmaya çalışıyor.
Ama hassas sinir uçlarına dokunan çıkışların tetiklediği tepki kolayca dineceğe benzemiyor.
BDP’nin şimdilik “taslak” diye niteleyip resmen sahip çıkmadığı taleplerin, kendi organizasyonu olan kongrede dile getirilmesi, sistematik bir “kamuoyu oluşturma, hazırlama, alıştırma” stratejisiyle irtibatlandırılıp öyle algılanıyor.
Öteden beri “Cumhuriyetin temel niteliklerinde tarafız” diyen asker bu gelişmeler üzerine harekete geçip, bazı kesimlerce “yeni muhtıra” diye yorumlanan bir açıklama yaparken Cumhurbaşkanı ile Meclis Başkanının aynı frekansta mesajlar vermeleri, aşina olduğumuz haller.
Olanları “isyan hazırlığı” olarak niteleyip “Herkes ayağını denk alsın” diyen Bahçeli “Anadolu’yu yine fethederiz” de derse tablo tamamlanır.
Ve bu tablo, hem yıllardır aşılamayan tıkanıklığın katmerlenerek sürdüğünü gösterir, hem de bize yine inisiyatif kaybettirip, başka adreslerde hazırlanan projelere yeni mevziler kazandırır.
Aslında bütün bu olup bitenlerin temelinde, Ankara’ya musallat olan ve hâlâ tam olarak etkisiz kılınamayan müstebit zihniyetin çarpık uygulamaları yatıyor. Her yanlış, yeni yanlışları doğuruyor. Ve bu yanlışlardan da doğru çıkmıyor.
Onun için, meseleyi temeline inerek ele alıp isabetli teşhisler koyma ve onlara uygun gerçekçi çözüm formülleri geliştirerek bir an önce uygulamaya koyma konusu çok büyük önem taşıyor.
Gecikildikçe de fatura giderek ağırlaşıyor.
Hal böyle iken, iddialı söylemlerle gündeme getirilen demokratik açılım projesinde bir buçuk senedir kayda değer bir mesafe kat edilememiş olmasını mazur görmek mümkün mü?
Evet, Türkiye’nin birinci önceliği, aksayan ve tökezleyen demokratikleşme sürecini bir an evvel canlandırıp hızla yoluna koymak olmalı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*