Çekirdeğe hücum hedefi ve imanlı duruş direnci

Image
Çekirdek, bu fâni dünyada ve maddî âlemde her şeyin aslı, başlangıcı, ana direği, esası, temeli ve özü. Temel ve öz olmadan hiçbir şeyin olmayacağı aşikâr. Madde âlemindeki bu yapılanmanın yanında bir de manevî alana göz atmamız gerekiyor. Elbette manevî alanın da bir çekirdeği, aslı, temeli olması gerekiyor.

 

“Manevî alanın temeli, özü, İslâm gerçeğinin temeli ve ‘çekirdeği’ nedir?” sorusunun çok iyi tesbit edilmesi gerekir. Bu konuda kestirmeden verilecek en kısa ve özlü cevap her halde “iman hizmeti” olsa gerektir. Çünkü iman; dinî sahanın ana çekirdeği ve temelidir. İnsanlık için rahmet, hidayet, mağfiret, rehberlik, barış, huzur ve saadet olan İslâmiyetin özü ve “çekirdeği” imandır. Safiyettir, güzelliktir, ihlâstır, sadakattir ve samimiyettir.
Hz. Peygamberin (asm) zamanından ve tatbikatından bu güne kadar gelen nuranî zincirin tatbikatı, “çekirdeği” ve özü budur. O günün küfürbazları hep o “iman”a itirazla muhalefet ve tahribatlarını yürütmeyi sürdürdüler. Hz. Peygamber’in (asm) karşısına böyle çıktılar. Aklı, fıtratı, vicdanı kandırmak için de her türlü kundağı, hileyi, tuzağı, iftirayı ve çirkinliği âlet ederek kullandılar. Ama bütün bunlara rağmen ne Hz. Resulullah’ta, ne de ona inananlarda en ufak bir çatlak, ayrılık ve firak meydana getiremediler.
Ama, hayatın ve imtihan sırrının gereği “hak” da, “batıl” da kıyamete kadar bu minval üzere devam edecek. Hayatın sırrı ve Yaratanın koyduğu hikmet bunu böyle gerektiriyor.
O günkü “küfür milletinin” günümüzdeki iz düşümü; “zındıka komitesi” olarak tecellî ediyor. Asrın manevî tabibi Üstad Bediüzzaman’ın aktardığı şu husus manidardır:
“Otuz sene evvel Darü l-Hikmet azası iken, birgün, arkadaşımızdan ve Darü’l-Hikmet azasından Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki:
‘Kat’î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et.’
Ben de ‘Tevekkeltü a’lallah, ecel birdir, tagayyür etmez’ dedim. İşte bu komite, otuz sene, belki kırk seneden beri hem tevessü etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti.” (Emirdağ Lâhikası, s. 168, Mektup No: 144)
Evet, ortada bir hakikat var. “Kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi” kendi görev ve sorumluluğunun değişmez maddesi olarak koyduğu “çekirdeği” imha veya onu yapamazsa, bozma, o da olmazsa yanıltma, o da olmadı gölgeleme, saptırma… vb. ne derseniz deyiniz bu yolda mesai harcıyor. Üstlendiği bu vizyonu uygulamaya aralıksız devam ediyor. Toplum mühendisliğiyle ve uzmanlaşmış kadrolarıyla “sâfî zihinleri idlâl (dalâlete götürme)” ve “sofi meşrepleri” kandırmaya devam ediyor.
Bu “zındıka komitesi” tam olarak belirlenip deşifre edilemediği; muhtemelen de kolay kolay deşifre edilemeyeceği için masum ve samimî zihinleri ifsat etmeye devam ediyor. Hedefinde de hep “çekirdek hizmet” ve “çekirdek kadrolar” var. Kendine göre; dâvâsında uyanık, dikkatli, ferasetli, basiretli iman fedaileri üzerinde akıl almaz oyunlar ve senaryolar sergiliyor. Bütün oyun ve tuzaklar bu “çekirdek hizmet”in ve bunu yürütenlerin devre dışı bırakılması, gölgelenmesi, pasifize edilmesi ve yokluğa mahkûm edilmesi üzerinedir.
Üstadın tabiriyle bu yolda “her bir desisenin kullanılması” çok manidardır.
İmanî hakikatleri kalp, ruh, his ve gönül dünyamızda yaşayabilmemiz için sakin olmaya, samimiyete, dürüstlüğe, sağlıklı ve mertçe duruş sergilemeye mecburuz. “Dünyevîleşme”nin alenileştiği bir ortamda, “iman”a odaklı hizmeti, bütün şartlarını yerine getirerek sürdürmeye mecburuz. Bu şart ve gerekçelerin ana umde ve esaslarını da gerçek kaynaktan alınan beyan ve ifadelere dayandırma sorumluluğumuz vardır. İşte bu sıfatlardır ki, muhataplarına her şeye rağmen “sarsılmayan çekirdek bir grup” olarak kalma ve başarma bahtiyarlığını kazandıracaktır. İşte bu kudsî görev; hem şerefli, hem de mesuliyetli ve vefadar bir görev ve sorumluluktur.
İman hizmetine odaklı her bir tahkikî iman sahibi kişinin; dünyayı ilgilendiren her meselesinde de gayesi ve hedefi; “dünyevîlikten” ve menfaatten öte, sadece “ihlâs” ve Hakkın rızası olmalıdır. Hakka olan bağlılığında da; halka olan hizmetinde de bu çizgi kırılmamalıdır.
Ülkemizin siyaset “sath-ı mailine” girdiği şu anda bütünüyle hissiyatlardan uzak, “hak” üzerine olan bir çizgide kırılmadan ve kırmadan durmak bize terettüp eden çok zor bir görev ve sorumluluktur. Meslek ve meşrebimizin hassasiyet ve prensiplerini çok iyi kavrayarak ve ortak akılla doğru ve yerinde yorumlayarak vazife ve sorumluluğumuzu yapmak durumunda ve konumundayız.
Siyasetin en tehlikeli ve menfî yanı olan; “yalan ve tarafgirlik”ten uzak kalarak; sadece “ilm-i siyasetin” gereklerini kavrayıp, anlayıp, doğru yorumlarla tesbitleri İslâm’a uygun olan; “dâvet” ve “tebliğ” vazifesiyle bunları yerine getirmek ve yapmak durumundayız. Aksi takdirde, metotsuz ve usûlsüz bir şekilde, birilerini ikna etmek, aklını çelmek, etkilemek, yanlıştan kurtarmak… vb. şahıs odaklı ve ferdî yanlış kanaatlerle birbirimizi kırmanın ne kadar yanlış olduğunu yılların tecrübelerinden çoğumuz biliyoruz.
Başka bir muteber ve meşrû olmayan yol ise: Meşveretle kararlaştırılmış olan şahs-ı mânevî’nin iradesine gölge düşürecek ve aksini iddia eden fikir ve beyanları ulu orta söylemektir. Onun için hassas dönem ve zamanlarda, nefsî ve indî mütalâaları lüzumsuz yere açığa çıkarmaktan zinhar uzak durmalıyız. Meşrû heyetlerin verdiği, her ne sebeple olursa olsun içimize, kafamıza ve hissiyatımıza sığmadığını veya uygun olmadığını düşündüğümüz durumlar varsa, onları yine meşrû zeminlerde bu işin sorumlusu meclis ve komisyonlarımızda halletmenin yollarını aramalıyız. Gayemize ilerlerken takınılacak ne kadar tavır ve duruş varsa, bunları nezaketle, ölçülü, yerinde, makamında, en uygun dozaj ve anlatımla ve öz kaynağa ve sahibinin tatbikatını hiçbir zaman gözardı etmeden icra etmek durumundayız. Her meselede olduğu gibi bizden farklı düşünen grup ve bireylerin “siyasî” meselede fikrî irade ve tercihini serbestçe ifade etme hakkı olduğu gibi bizim de hakkımız vardır. Meşrû, muteber ve sağlam zemine oturmuş, yılların tecrübesiyle bu konudaki isabeti inkâr edilemeyen meşrû heyetlerin “meşveretlerine“ bağlı kalmanın cemaat şuuru ve hizmet anlayışına çok daha uygun olduğunu unutmayalım.
İman, hiçbir şeye alet olmaz bir “çekirdektir!”
Kudsî dâvâ, sarsılmaz bir “çekirdektir!”
Şahs-ı manevî şaşırmaz bir “çekirdektir!”
Meşveret ve şûrâ aslı ve kökü Resulullahta olan vazgeçilmez bir “çekirdektir!”
Cenâb-ı Hakk’ın hepimizi hak ve istikametten ayırmaması dilek ve temennisiyle.
Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*