İç huzuru yok eden ‘haset’

Bilindiği gibi haset, manevî bir hastalık olup, insanı yiyip bitiren bir duygudur. Kıskançlık duygusunun en düşük ve zararsız seviyesi, gıpta; en tehlikeli ve ifrat noktası ise hasettir.

Gıpta, kişinin karşısındaki insanda beğendiği şeyin kendisinde de olmasını istemektir. Kıskançlık ise, “onda olmasın, bende olsun” duygusudur. Haset ise, karşısındaki insanda hiçbir nimet olmamasını istemekle beraber ona kötülük gelmesi arzusu içinde olmaktır.

Haset, Allah’ın sevmediği, mü’minlerde olmasını istemediği ve insanın hem şahsî hem dünyevî hem de uhrevî hayatı adına büyük zararları olan bir su-i ahlâktır. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) “Haset, tıpkı ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi, ameli ve hasenatı yer, bitirir” buyurmuşlardır.

Cenâb-ı Hak, herkesi farklı noktalardan imtihan eder. Kimisini bollukla, darlıkla; kimisini hastalıkla, sağlıkla; kimisini de mal ve makam ile vs. Yani her insan hakkında kader programıyla bir takdirde bulunmuştur. İşte insan haset eder ve “Niçin ben böyle değilim, neden ben sahip değilim?” gibi düşüncelere girerse, kaderi tenkit etmiş olur.

Haset eden insan, bu hastalığın tedavisi için önce hastalığı kendinde teşhis edip, bundan kurtulmak için nedamet edip, kurtuluş çarelerini araması lâzımdır. Çünkü haset, önce insanın kendisini yiyip bitiren bir hastalıktır. Haset eden insan, haset ettiğinin sahip olduğu nimetleri gördükçe müteessir olur. Bu ise, kişinin istikametini bozar ve muvazeneli hareket etme imkânını kaybettirir ve sağa sola saldırtır.

Yine bir insan ilmî bir haset içine girmişse, muhakemesini kaybeder. Servet noktasında bir haset taşıyorsa, muvazenesini kaybedip, ticaret dahi yapamaz hale gelir.

Hasetten kurtulmak için, ikinci olarak, haset ettiği nimetlerin akıbetini düşünmelidir. Ayrıca, başkasının elindeki nimetlere gözünü diken bir insan kendi elindekilerin farkına varamayacak, şükrünü yapamayıp, onların da elinden çıkmasına sebep olabilecektir. Yani haset, hasareti getirecektir.

Bir diğer nokta ise, kişi gıpta ettiği nimete ulaşma yollarını araştırarak, haset hastalığına çare bulabilir. Çünkü her şeyin kendine göre bir elde edilme yolu vardır. Âdetullah, fıtrat ve içtimâî hayat kanunlarına imtisâl eden insanın istediği sonuca ulaşması mümkün olacaktır. “Her şeye yoluyla varılır” prensibiyle, istenen maksada doğru adımlar atmak da, bu duyguyu yok edebilir.

Hasetten kurtulmanın bir başka yolu da, haset hissini izhar etmemek, bu konuda gizli bir nedamet ve tövbe halinde olmaktır. Yine kişi başkalarının mazhar olduğu nimetleri araştırıp, inceden inceye düşünmemelidir. Kişi başkalarının sahip olduğu nimetleri değil, kendi sahip olduğu nimetleri görmelidir. Nitekim Maide Sûresi, 101. âyette Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Sizi rahatsız edebilecek, hoşnut olmayacağınız neticeler karşınıza çıkmaması için, çok soruşturup durmayın.”

Haset, ciddî bir psikolojik hastalıktır. Nitekim bazı psikiyatristler hasedi, belli aşamalara ayırarak şöyle sıralarlar: Rekabet hissiyle dışa vuran kıskançlık, hazımsızlığa; hazımsızlık da mukabele şeklinde ortaya çıkan çekememezliğe; çekememezlik de, hezeyana dönüşür. Bu yüzden ciddî bir manevî hastalık olan haset, bir su-i ahlâka dönüşmeden, insanın hoşgörü ve başkalarına ait meziyetlere tahammülünü arttırma çalışmaları yapması, kendi kabiliyetlerini geliştirme ile uğraşması, kıskançlığın derecesini azaltabilecektir.

Bir insanda haset marazı varsa, onun için birçok çekememezlik sebebi hazır demektir. Bu ise, insanın istikametini bozan bir durumdur.

Hâsılı, haset hastalığı böyle sürüp giderse, önceleri bir kişi veya iki kişiye karşı hissedilen bu duygu genişler ve insanın tamamen his ve duygu dünyasını kaplar, bütün iyilik ve güzelliklere kapalı hâle gelir ve hatta saldırganlaşır.

Bu saldırganlık hâlinden, hasmını gıybet etmek, iftira ile karalamak gibi, adavet duygularına varıncaya kadar daha farklı hastalıklara giriftar olur.

Aslında nefsin kölesi olmuş bu zavallının alnı secdeden kalkmasa da, hizmet adına oraya buraya koştursa da, içinden bu duyguları söküp atmadıkça, görünme, alkışlanma, nazar-ı âmmede mevki sahibi olmak gibi arzuları yok olmadıkça, hakikî insan olmayı zevk etmesi zor olacaktır. Çünkü, böyle zavallı ruhların bütün derdi, hasmını küçük düşürmek olduğu için, yine küçük düşen kendisi olacaktır. Başkalarının ayağını kaydırmayı düşünürken, kendi ayağı kayacaktır.

Âlimler, herhangi bir insan üzerindeki İlâhî nimetlerin zail olmasını istemeyi kalpsizlik saymış ve bu şeytânî duygunun ciddî sorgulanması gerektiğini söylemişlerdir.

Haset, bir kötülüktür, yıkmak ve yok etmek anlamına gelir. Hiç kimseye faydası olmayan bu hastalığın öncelikle kalbe girmesine yol verilmemelidir. Bunun yolu da, insandaki hoşgörü, diğergamlık, başkasının meziyetleriyle iftihar etme vs. gibi insanî hisleri daha çocuk yaşlarda arttırarak beslemekle mümkün olacaktır. Haset, kuvvetli bir histir. Ve ona mağlûp olan hiç kimse yoktur ki, iç huzuru yakalayabilsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*