“İnsan nasıl yaratıldığına bir baksın”

Bir gün Hz. Muhammed (asm) etrafında bulunan topluluğa şöyle buyurdu:

“Her ilim bir hazinedir. Bu hazinenin anahtarı sual (ler) dir. Sual etmekten çekinmeyin; zira ilmin sual edilmesinde, dört kişi birden mükâfat kazanır: Soran, cevap veren, onları dinleyen ve onları seven.”(1)

Elbette ki, soru sormanın da bir birikimi, bir yolu, bir usûl ve yöntemi vardır. Hadis’te görüldüğü üzere, sual edilen mesele, herkese menfaat temin edebilecek bilgiler ihtiva etmesi, içermesi gerekir.

Fıkıh ve hadis bilgini Ebû Yusûf, devamlı olarak ilim meclisinde bulunanlara aydınlatıcı bilgiler verirdi. Bir gün, orada sürekli susarak dinleyenlerden birine dönerek; “Birâder, sen hep bizi dinliyorsun, biraz da siz konuşun, biz seni dinleyelim.” diye iltifat edince, adam;

–“Efendim, oruc tutan birisi ne zaman orucunu açar, iftar eder?” diye sormuş.

— Ebû Yusuf: Mağrib, yani akşam olunca, güneş batınca orucunu açar, iftar eder.” diye cevap vermiş.

Bunun üzerine adam:

–“Peki, ya güneş battığı halde, akşam olmazsa ne yapsın?” deyince; Ebû Yusuf:

–“Sen sükût etmekte, konuşmamakta isabet etmiştin, lâkin biz seni konuşturmakla hata ettik.” demiş.

Merak ilmin hocasıdır. Şüphesiz insan, en şerefli varlık olarak yaratılmıştır. Takdir edersiniz ki, İnsan fizikî ve biyolojik varlığıyla da diğer canlılardan üstündür. Meselâ insanın beyin yapısı farklıdır, gözü diğerlerinden daha keskin, daha anlamlı bakar ve görür. Ancak daha önce de değindiğimiz gibi insan cismanî, maddi varlığı itibariyle, diğer canlıların en ednası, en değersizidir.

Asıl insanı kıymetlendiren ise; onun manası, versiyonu, aklı, zekâsı, latifeleri ve diğer duygularıyla öz varlığıdır.

Biz burada insanı, hem biyolojik ve hem de manevi yönden tanımaya ve tanıtmaya gayret ediyoruz. İnsanın, nihayetsiz acip ve garip mu’cizelerle donatıldığını ve yüce yaratan Rabbi ile olması gereken münasebetlerini de nazara vermeye çalışıyoruz.

İnsan, ben neciyim, nereden geldim, nereye gidiyorum, benim yaratılışımdan maksad nedir, diye merak etmez mi?

Yine insan, ana rahminden itibaren aşama aşama nasıl yaratıldığını, organlarının nasıl çalışıyor olduğunu ve bu organların birbirleriyle olan bağlantılarını ve bu bağlamdaki insicam ve intizamı ve küçük evren dediğimiz insanın, içinde cereyan eden faaliyetleri ve iç yüzünü; büyük ölçüde, hala çözülmeyi ve keşfedilmeyi bekliyen nice gizemleri ve dönen dolap ve çarkları ile başlayan, bu hayat serüvenini merak etmez mi?

Bu meyanda Hz. Peygamber, “Kim varlığını, nefsini bilir (keşfeder) se, muhakkak Rabbini de bilir.”(2) buyurmuştur.

Bu noktadan hareketle; kendi varlığımızın öz cevherini, mahiyetini idrak ettikçe, evreni, tabiatı tefekkürle mütalaa ettikçe, yüce yaratanı bütün benliğimizle daha yakından hissetmiş oluruz.

Bu arada varlık binamızın temel taşı olan hücrelerden ve o hücrelerin içindeki genetik yapıdan ve DNA’lardan bahisle, bazı ek bilgileri ilave edeceğiz ve ondan sonra insanın mebde-i olan embriyolojik evrelerine geçeceğiz.

Hücrelerin, “hepsi DNA moleküllerinden kurulu genetik şifrelerden gelişmiştir. Hayat öyküsü açısından aradaki fark ise; bu genetik hücrelere verilen matematik program farkından doğmaktadır. Rabbü’l-Âlem’in onlara belli bir kader vermiş, sonra o kadere eriştirmiştir.”(3)

İnsan vücudunda yaklaşık, 100 Trilyon hücre bulunuyor demiştik. Bu hücrelerin her birinde DNA adı verilen ve içerisinde insan vücudunun ihtiyacı olan proteinleri şifreleyen, gen bölgeleri bulunuyor. Hücrenin gözle görülmez olduğunu ve ne denli küçük bir varlık olduğunu izah etmiştik. Bu kadar mikroskopik bir yapıya sahip olan hücre içinde, ondan da daha küçük DNA’lar vardır. Şimdi bu DNA’ya, âlem içinde saklı bir evren desek; ancak onun hakkını teslim etmiş oluruz? İnsan genom projesinden elde edilen bulgulara göre, insan türünde yaklaşık 20500 protein kodlayan gen saptanmıştır.

ABD’de bilim insanları DNA örneklerinin, yıkandığı su’dan, havaya karışan nefesinden, veya kumsaldaki ayak izinden bile toplanabileceğini keşfetti. Florida Üniversitesinden bir grup araştırmacı, bir insanın DNA’sına ait bilgilerin artık bir odada solunan havadan veya okyanusta yüzerken bırakılan tükürük ve benzeri artıklarından tesbit edilebileceğini ortaya koyan, bir buluşa imza attı.*

DNA’da olup biten her şeye vakıf olmak çok zor. Bu hususta insan oğlunun daha fazla kafa yorucu uğraşları vermek zorunda olacaktır. Bedenlerimizdeki milyonlarca molekül sürekli iletişim halindedir.

Düşünün! Hangi çeşit hücrenin nerede ve ne kadar gerekli olduğunu bedeniniz nasıl bilebiliyor acaba? Doğduğumuz andan itibaren bu durumdan, bu program sorumludur. DNA’nın ezoterik (içe yönelik anlam) yani gizemli kontrol sistemi olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Trilyonlarca hücre, kendini tek bir varlık, yani DNA olarak bilmektedir. “İşte bu biliş, bu programla sağlanır. Bedeninizdeki bu “DNA kombinasyonu, yani bu zeki varlık, tek bir beden olarak görülebilir ki; bedenin her bir parçası, bu zeki beden sistemi ile ilişkidedir. Bu program parmak tırnağındadır, saçının telindedir, kalbindedir; kısaca DNA’nın bulunduğu her formda mevcuttur, eşsizdir ve aslında SENİN İÇİNDE SEN OLANDIR.

Tıp bilimi bu programı görüyor, ama anlayamıyor. Bilim henüz DNA’nın kendi kendisi ile iletişim kurabildiğini bilmiyor. Nasıl ki insan beyni, fiziksel varlığını sürdürmeye programlı ise; bu programda, ruhsal varlığı sürdürmek için programlanmıştır.

Beyin seni hayatta tutar. Senin fiziksel güvenliğini sağlamaya çalışır. Fakat öte yandan bu program, insanlığın ne kadar süredir bu gezegende var olduğunun bilgisine ve bilgeliğine de sahiptir. Yani DNA’nız bunların bilincindedir. Bu boyuttaki varlığınızda dahil her şey; ruhsal varlığı sürdürmek için dizayn edilmiştir.”(4)

İnsan vücudunda cereyan eden bütün oluşumlar ve faaliyetler mükemmel bir ilim ve bilinç dairesinde olduğunu görüyoruz. Ancak bizim ne aklımız ve ne de şuurumuzla, hiç bir bağı ve müdahalesininde olmadığını biliyor ve görüyoruz. Örneğin soluduğumuz, teneffüs ettiğimiz havada, yediğimiz ve içtiklerimizin hazmında, hiç bir cihetle müdahalemiz yoktur.

Görülüyor ki, gerek bir hücreyi, gerek bir insanı, gerekse düşünen zekâyı yaratmak üzere, bu kâinatın bir yaratıcısının bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Kendisinin varlığını araştıran paha biçilmez zekâları da, o halk etmiştir.

Yapısı bozulan hasarlı DNA’ların tamiratına dair, LEİCHESTER eczacılık fakültesinden Dr. Hoon TAN’nın, “Kanser İyileşir” adlı kitabın’dan, sosyal medyada gördüğüm enteresan, dikkate değer bilgilerini de aktarmadan geçemeyeceğim. Şöyle ki:

Portakal kabuğunda bulunan ‘Salvesterol’ Q40 kansere karşı savunan bedensel kurtarıcı…!

Bu madde grubu Fıtaterapi preparatları şeklinde, kanser tedavilerinde yardımcı olarak kullanılıyor. Her gün bedenimizde bir çok farklı basamakta kansere karşı koruyucu önlemler alınıyor. Yapısı bozulan DNA’larımız tamir ediliyor. Tamir edilemeyen hasarlı DNA’lara sahip hücreler, patoloji’de, ‘apopitozis’ adı verilen hücre intiharına sürükleniyor. İntihar etmezlerse de; ‘çöpçü hücreler’ ve NK hücreleri denen savunma hücreleri tarafından öldürülüyorlar. Diyelim ki o gün, o kadar çok kanserojene maruz kaldık ki, tüm bu savunma sistemleri yetersiz kaldı; işte o zamanda, bu ‘besinsel kurtarıcılar’ hemen imdada yetişiyor.”

Görüldüğü gibi, bir küçücük portakal kabuğu, harikalar yaratıyor. Şuna hayretle bakılması gerekmez mi ki; içindeki dilimleri lezzetle yediğimiz ve kabuklarını da hoyratça çöplere attığımız portakal kabuklarında, ne kadar da şifalı dermanlar, hikmetler varmış.

Kâinat’ta âbes yaratılan hiç bir varlığa tesadüf edilmez ve edilemez, hakikatini asla unutmamak gerekir.

***

İçinde bahar olmayanın, dışında da bahar olmaz. Bahar ümitle yan yanadır. Ancak ümitli olanlar baharı yaşar, bahar için çırpınır.

Nefiste küçük bir leke varsa, onu hemen silmek lâzımdır. Silmezsen zamanla o büyür, bir kara delik olur ve haseneyi, iyiliği, sevabı yutar, yok eder.

Boş durmak bir zaaf, evde oturmak bir zaaf, çok konuşmak, boş konuşmak bir zaaf, okumamak ciddi bir zaaf, tembellik ve sinmek bir zaaf, hatta kahkaha ile gülüp oynamak ayrı bir zaaf…İnsan önce zaaflarına bakmalı…

Dipnotlar

(1) Hatib el- Bağdadî, 2/61
(2) El-elbanî, 66.
(3) Dr. Halûk Nurbaki, Kur’an-ı Kerim’de âyetler ve ilmî gerçekler. s, 195 *Gazete haber merkezi.
(4) İnsanlığın DNA’larına yüklenmiş ruhsal yaratılış (varoluş) proğramı. (KRYON’dan Lee CAROL aracılığıyla)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*