Kara kutu

Image
Televizyon seyretmeyi sevmeyen ve buna şiddetle karşı olan birisiyim. TV programlarının çoğunun toplumu tahrik ve tahrip ettiğine inananlardanım. Zaman kaybı olan, istidatlarımızı körelten, düşünce melekemizi kaybetmemizi sağlayan televizyon toplum için en büyük tehlikelerin başında gelmekte olmasına rağmen ne yazık ki bir çok insan bunun farkında değil.

Bilâkis bircok insanda tutkulu bir dizi merakının oluştuğunu farkettim. “Akşamki diziyi kesinlikle kaçırmamalıyım” gibi sözleri çevremizdeki bir çok insandan duymuşuzdur muhakkak. Ve ilginç olanı bu gibi ifadelerin artık güncel hayatımızın bir parçası haline gelmesidir.

Bir dizinin akabinde bir başka dizi ve böylece gün boyunca devam eden gırgır şamata… Müstehcen ve gayr-i meşrû sahneler ile dolu, Müslüman toplumun dinine ve âdetine aykırı, muhtevası bomboş, insanlığa yararlı hiçbir mesaj taşımayan, ekran başındakilerinin zamanını çalmaktan ve insanları aptallaştırmaktan başka hiçbirşeye yaramayan dizilerin aslında toplumumuz için çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

Belki ilk etapta dizilerin insanda, ailede, toplumda oluşturduğu tahribatı fark edemesek de, yavaş yavaş dizideki karakterlere benzemeye başlayan insanların, hayatını dizilerdeki gibi şekillendirmeye başladığını kolaylıkla görebiliriz. Biraz dikkatlice bakarsak çevremizde bunun birçok örneğine şahit olabiliriz. Bu dünden bugüne gelişen bir hadise değildir elbet. Zamanla, belki de kendimizin bile fark etmekte zorlandığı bir gelişmedir.

Ve böylece iradesine sahip olamayan, kararsız ve ne istedigini bilmeyen boş hayatlar “dizi” akışında sürer gider. Fakat eleştiren, düşünen ve dünyaya hangi gaye ve hikmet ile gönderildiğini bilen, Bediüzzaman’ın tâbiriyle netice-i hilkat olan insan kendisine yazık etmemeli ve çok daha manalı ve ulvi hedeflerin peşinde koşması gerektiğini aslında hepimiz biliyoruz.

Biz herşeyden önce İslâm ile yoğrulmuş Müslüman bir milletiz. Ve nasıl oluyor da, normalmiş ve yadırganacak hiçbir yönü yokmuş gibi gayr-i meşru ilişkiler ve sahnelerle dolu bu diziler ekranlara taşınabiliyor? Ve daha vahim olanı ise, “Müslümanım” diyen birçok insanın bu dizileri seyretmesi ve bir başka ifade ile aslında tasdik etmesi ve bunları pek de nahoş karşılamaması, birşeylerin hayatımızda pek de o kadar doğru gitmedigini gösteriyor.

Artık siyah ve beyazın yerini griye bıraktığı, haramın helâl ile karıştığı, doğrunun yanlış ile birleştiği karışık bir tablo ortaya çıkıyor. Ve kafalar karışıyor. Zamanla buna da alışılıyor… Ve “dizi tadında” bir hayat başlıyor…

Biz bu dizilerin inancımızla bağdaşmadığını, kendimiz olmasa da, çocuklarımızın bunlardan etkilenip, bu doğrultuda yetişip, yaşayabilecegini, onlardan sorumlu olan biz büyükler, anne babalar farkedemiyor muyuz peki? En basit bir örnek olarak, ekrana kilitlenen bir annenin çocuğu ondan ne kadar farklı olabilir ki? Unutmayalım ki hayatımızı biz nasıl şekillendiriyorsak, çocuklarımız da o nisbette şekillenecek, bize bakarak bizden öğrendiklerini hayata taşıyacaklardır. Açıkça söylemek gerekirse, omzumuzda pek de o kadar hafife alınmaması gereken ağır bir yük var aslında. Çünkü gelecek bir neslin şekillenmesinden bizler sorumluyuz.

Biz i’lâ-yı kelimetullah uğruna cephede savaşan bir ecdadın torunları olarak, diziler ile yatıp kalkan bir millet olamayız. Bir avuç insanın zararsızmış gibi lanse edilmeye çalışılan oyununa gelemeyiz. Herşeyden önce insan nedenleri ve niçinleri sorgulayan ve fikir üretmek uğruna beyin sancısı çeken bir varlık olması gerekirken—ki fitratı bunu gerektirir—nasıl olur da aşağıların en aşağısına düşebilir diye düşünüyorum.

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Muhakkak ki biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik. Ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” (Tin Sûresi: 4-6)

Bediüzaman’ın ifadesi ile “nur-u iman ile âlâ-yı illiyîne çıkan, cennete lâyık bir kıymet alan ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşen, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girebilen insanın” gelişme ve gerileme alanının ne kadar da geniş olduğu ortada.

Ve fıtratlar “meylü’l-istikmal” yani ilerleme, gelişme meyli üzerine odaklanmışken, biz nasıl oluyor da füzûlî, ehemmiyetsiz, içi dışı boş meşguliyetler ile fıtratımızı bozuyor, “gayr-ı mahdut” istidatlara, zehir zemberek bir nokta koyuyoruz. Buraya kadar, bundan ötesi yok diyoruz. Kabiliyetlerimizi körelterek, kendimizi bir nevî idam ediyoruz.

Bu açıdan bakarsak, farkına varmadığımız, fakat kendi elimizle, evimizin baş köşesine yerleştirdigimiz kara kutunun ve müptelâsı olduğumuz dizilerin aslında bizden neler götürdüğünü şöyle bir oturup düşünelim diyorum.

Selâmetle kalın…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*