Ölmeden evvel beni uyandır

Ne güzeldir uyanış…

Gün doğmadan, seher vakti penceremde bülbül sesiyle…

Uzaklardan gelen ezan sesiyle…

Bir ses çağırıyor bizi, bir ses… Haberiniz var mı? Huuu huuu… Dalda çiçek mi, gökte bulut mu, kapıda bir dost mu? Ne bileyim işte… Huuu huuu…

Hele bir kalp kulağı açılsa insanın, ne yaman bir uyanış olacak, ne yaman… Yeniden bir hayat başlayacak. Aman ki aman… Kolumdaki saatlerin tiktakları bile soruyor: “Uyanış ne zaman? Uyanış ne zaman?”

Nefs elinden yakamızı kurtar ne olur, ne olur ya Rab… El-aman, el-aman…

Bir gün hayatın yolları çıkmaz bir sokağa gelip dayansa da, bütün ümitler Sendedir ya Hannan, ya Mennan… Bütün ümitler Sendendir ya Rahim, ya Rahman…

Yattığım yerden yeniden kalkış… Bu baharda ne güzeldir uyanış… Bir nefes ‘hu’ diye alıp veriş… Her sabah bin umutla doğsak da, uzakların hasreti dinmez bir türlü içimizde. Dereler denizlerden haberci; bu dünya ötelerden haberci…

Bahar sabahları bir başkadır. Hasretle beklediğimize değer. İçimiz şenlikli bir bayram yeri şimdi. Hep böyle olsun isterim içim. Hep böyle olsun sabahlar… Aman ha, çok uzun sürmez baharlar. Kıymetini bilmeli. Çiçekler ne kadar zarif, içim ne kadar hafif…

Gözüme gösterdiğin bunca güzellikler Sendendir ya Rab. Senden olduğu için güzeldir.

Kış havası değil bu havalar; bahar havası, uyanış havası. Öyle cana yakın, öyle güzel bir hâli var ki mevsimin, şaşırtıyor insanı şimdi gözlerimize seyrettirdiğin. Ne güzel şekilleri var Allah’ım yarattığın eşyanın.

Bana şimdi gördüklerim değil, Senin rahmetindir yakın olan, Senin rahmetin… Biliyorum, görüyorum, hissediyorum. Bu bahar bu dâveti yine Senden biliyorum.

Ne olur, ölmeden evvel beni uyandır. Uyandır ki, dört duvar arasına hapsolmayayım. Bir sabah vakti kaldırımların üzerinde ağır adımlarla yürüyen bir yolcu gibi yürüyeyim kararlı adımlarla çağrıldığım yerlere doğru, yarattığın güzelliklere doğru.

Ezan, vaktin dâveti… Çiçek, mevsimin dâveti… Güneş, günün dâveti… Hayat, ölümün dâveti… Bin dâvet içinde yaşıyoruz her gün yaşadığımızdan habersiz. Salâvat getirir dağlar taşlar; narlı bahçeler, çimenler, çiçekler şimdi…

Baharın salâvatıdır güller şimdi…

Yeniden doğuşun vaktidir şimdi.

Malûm olsun herkese. Ayan beyan bir ilânat var şimdi. Gönlümü su gibi alıp götüren bir ölümsüz sevdadır yaşamak şimdi. Yeşille mavi arası. Yeşil ki murattır, ümittir. Bundan ötürü tutmuştur dağları, vadileri bu renk şimdi.

Toprak uyansın da insan odada gömülü kalsın yatağında. Uyanmanın vakti gelmedi mi daha? Bırak aralık kalsın kapı. Bırak, her şeyi geride bırak. Seni uyutmak için çırpınadursun yatağın. Bir ömür o beyaz çarşaflar içinde seni oyalayıp duran yatağın… Ne varsa seni geriye çağıran, bırak arkanda kalsın… Ne mendil sallayan bir yolcu kalsın, ne de bir kimse… Yürü seni çağıran o sese. Bırak, açık kalsın ardında kapılar. Yürü git, seni bekliyor bahar. Seni bekliyor dallar. Dalların ucunda çiçekler, meyveler seni bekliyolar…

Toprağın karnında güneşe hasret tohumlar boy vermek üzere. Yaratandan ferman erişti şimdi. Ayağının altındaki toprak bile uyanırken, üstünde gezenin uyuması bir felâket…

Çiçeğin eliyle, bülbülün diliyle geldi mi bir ses, bekleme gayrı; çık git… Bir yanın dertler yumağı, bir yanında derdine derman. Çıkmışken bahara ferman, kalma dört duvar arasında. Sen de çık git…

Bugüne eriştiğimize bin şükür… Yaşadığımıza, sabaha çıktığımıza bin şükür… Sular yıkar temizler içimizi, güneş de ısıtır şimdi. Bırak gemiyi, bırak yelkenliyi. Denizlerin üstünde yürü şimdi…

Bak hayatı böyle yaşarsan, ölümü de seveceksin, ölümü de vuslat bileceksin Yaratana, hiç yoktan hayatı sana verene, Rabbine…

Gidip de dönmemek yok ha! Oralarda kalmak yok. Alır almaz dersini, dön gel yine insanların arasına. Uyandırılmayı bekleyen, dar vakit yolcuları pek çok şimdi odalarda. Bir sen misin sanki? Bir sen misin sadece Allah’ın talihli kulu? Yanı başındakine, komşuna, arkadaşına da selâm verme vaktidir şimdi. Onları da haberdar et olandan bitenden. İnsan kokusu, bahar kokusundan fazladır… İçinde kıpırdayan, kımıldayan gerçeğin ne olduğunu bilme zamanıdır. İçindeki baharı duy da kulak ver şimdi…

Kendi içinde ne olup bittiğinin farkında olmayanın, bunu başkalarına hissettirmesi mümkün mü? Bahar, uyanalım diye gelir, birbirimizi uyandıralım diye gelir. Gelir, gönderilir…

Bir oda dolusu insanı aydınlatmak için, birinin düğmeye dokunması gerekir. Bir şehir dolusu insanın uyanması için de birinin uyanıp onları uyandırması gerekir.

Öyle güzel ki dünya Rabbim, çıldırmak işten bile değil. Bir yanda sayılı günlerim, bir yanda seyrettiklerim… Belki bir daha bu günü, bu güneşi görmeyeceğim. Belki de bu benim son baharım… Görmek isteyene yeteri kadar işaret var.

Hayat bir su gibi akıp gidiyor ahiret denizlerine doğru. Denizleri yaratan Allah, denizlerin içindekini bilmez mi? Orada debelenip duranı görmez mi?

Bırakma ya Rab yâd ellerde beni. Bırakma coşkun akan bu sularda beni… Ölmeden evvel uyandır beni.

Yolda bir küçük tepecik bunaltmış bizi. Oysa önümüzde aşacak daha nice dağlar var. Şimdi uyanma zamanı. Ölmeden evvel beni uyandır Allah’ım. Ta ki uyuyanları uyandırayım.

Uyuyanı uyandırmak mümkün de, uyuyor numarası yapanı uyandırmak mümkün değil.

Rabbim, seviyorum kullarını! Dileğim, duâm o ki, omuzlarına konan bir beyaz güvercin olayım da uyandırayım uyuyanları. Papatyaların üzerinde gezinen bir kelebek olayım. Birinin elinden tutayım. Her şey cinsine çeker. Gençler de gençlerle beraber. Bir beyaz çiçek olup yüzlerine tebessüm edeyim. Selâmını vereyim onlara. Biliyorum, alacaklar. Ellerinde tutmakla kalmayıp, belki de yakalarına takacaklar.

İnsanlar güzel Allah’ım. İnsanın özü güzel. Sen yarattığın için güzel. Bazen uzaklaşsalar da hedeflerinden, yan yollara sapsalar da, Senden uzaklaşmak değil niyetleri.

Söylenip duruyorlar zaten: “Geç kaldım, geç… Hayatın tadı değişti. Sıradanlaştı her şey. Olmadı. Böyle yaşamamalıydık.” diyorlar.

Dillerden dökülen bu sözler bile, Sana edilen tövbelerdir şimdi. Bir adım kalmışken rahmetinin denizlerine, sahilde bekletme bizi. Bu bahar havasında adını analım her güzel nefeste. Bahara döndürsün içimizi. Analım Rahman olan Rabbimizi.

Bir anlasak her şeyin halimizden anladığını, bu anlamaların da Senden kaynaklandığını, bırakacağız sahtelikleri, atacağız maskeleri, göreceğiz önümüzdeki tehlikeleri. Vaktin dar olduğunu, günün son bir gün olduğunu o zaman göreceğiz. “Yazık oldu ömrümüze” diyeceğiz, “yazık oldu…” Bileceğiz ki Senden başka bize yakın hiç kimse yok, olamaz da zaten. O zaman belki de ölmeden evvel uyanacağız, uyanmış olacağız.

Ne güzeldir uyanış…

Uzaklardan gelen ezan sesiyle…

Gün doğmadan, seher vakti penceremde bülbül sesiyle…

Her şey bir işaret Senden. Gün bugün; ömür bugünde gizli. Ne yapacaksan, ne edeceksen şu anda, şimdide gizli. Uyan ki, uyandırasın…
***
Bak, Üstadımız bizi nasıl intibaha getirip uyandırıyor şu harika mektubuyla… Biz de dersimizi alıp uyanan o bahtiyarlardan olalım inşallah:

“Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum,

Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî şâyân-ı tebriktir. Biliniz ki, mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılâp etmesi için sa’y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindendir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek, ânî bir şimşeği sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.

Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gâfil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur’âniyeden tiryâk-misâl imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşaallah. Senin şu intibahın senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar.

Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir tesellî, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabip, o biçare marîzin elîm ye’sine bir zulmet daha katar. İnşaallah bu intibahın seni öyle biçarelere medar-ı tesellî eder, nurlu bir tabip yapar. Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi faydalı, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenâb-ı Hak’tan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.
Said Nursî” (Barla Lâhikası, 57- 58)
***

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*