Risale-i Nur yasaklanıyor, afat vuruyor

“Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil” şeklinde sürekli kendimizle yüzleşmemizi salık veren Kur’anî düstur, imanlı yüreklerin herkesten önce içselleştirmesi gereken bir olguyu ifade eder. Musibetler karşısında yapılması gereken nefis sorgulaması, kendimizi hayatın her alanında çek etme anlayışı, kendimizle sürekli yüzleşerek çizilen bir yol haritası masumların da maruz kalacağı küllî afet ve belâların önünde bir set olabilir.

“Başımıza taş yağacak” hayıflanmalarının sıklıkla duyulduğu son aylarda, bu hayıflanmaların adeta dua hükmüne geçtiği anları yaşıyor gibiyiz. İstanbul’da önceki günlerde yağan şiddetli yağmur ve taşlaşmış yüreklerimiz ile taş kafalarımızı yaracak büyüklükteki dolu yağışının ardından kendime soramadan edemedim. “İçimizdeki beyinsizlerin yüzünden bizi helâk eder misin yâ Rabbim?”

Kurak geçen bir kışın ardından bahara merhaba diyemeden bizi ekmeğimizden edecek şiddetli afetler ve ardından yapılan kıtlık uyarıları… Ardından yine şiddetli yağışlar, seller, dolular, tarlada kalan ürünler… Titreyin ve kendinize gelin dercesine bizi sarsan depremler… Ocaklara kor düşüren maden faciası… Hiddetlenen yer ve gök…

‘Kadere fetva verdirmek’ Risale-i Nur okuyucularının iyi bildiği bir deyimdir. Sekülerizmin ifsat ettiği akılların, dindar kisvesine bürünmüş olsalar bile, bu tür afetler karşısında bir iç muhasebeye girişmesi beklenemez. Kemalizmin mengenesine sıkışıp kalmış, aklını ve ruhunu siyasetin pis çukurlarında kaybetmiş olanların da “Hangi fiilimizle kadere fetva verdirdik ki?” ile başlayan bir sorgu sürecine girişmeleri beklenemez; ancak bir yaprağın bile nedensiz kıpırdamadığının idrakindeki Risale-i Nur’un rahle-i tedrisinden geçenler için bu muhasebenin yapılmaması asla kabul edilemez.

Biz depreme “İlâhî ikaz” diyerek sekülerizme ve onun ifsat şebekelerine meydan okuyan bir cemaatin mensuplarıyız. Biz, gayretullaha dokunacak tarzdaki zulümlerin arttığı zamanlarda masumlara da dokunacak umumi felâketlerin gelebileceğine inanan bir inancın mensuplarıyız. Biz, bilhassa Risale-i Nura ilişildiği zamanlarda İlâhî ikazların farklı şekillerde kendini göstereceğini en iyi bilen ve bundan çok sakınan bir cemaatin fertleriyiz. Rabbiyle ilişkisini sürekli canlı tutan, yaşadığı kâinatın Yaratıcısıyla bağını hiçbir zaman koparmayanlar, elbette ki son günlerde yaşadığımız felâketler karşısında dûçar olduğumuz musibetlerin sebeplerini soruşturacaklar ve Risale-i Nur’un yasaklanmasıyla bu afetler arasında bir ilişki kuracaklardır.

Risale-i Nur camiası açısından –kendilerini siyasetin kucağına bırakarak, bilerek ya da bilmeyerek aldananlar hariç–son günlerin önemli bir tartışma konusu olan bandrol meselesi, resmen, Risale-i Nur’un yasaklanması anlamına gelmektedir. İlâhî gazabı celbeden bu durumu abarttığımızı düşünenleriniz olabilir. Böyle düşünenlere şu anda Nur Talebeliğinin hassası ve Nurculuğun varlık sebebi olan Risale-i Nur’u neşretmek görevini neden yerine getiremediğimizi sormak gerekir. Yine Üstadın vefatından bu yana İslâmî teamüller ve gelenekler çerçevesinde, hiçbir cereyana ve maddî beklentiye âlet edilmeden basılabilen Risale-i Nur’un basımının engellenmesinin hangi hukuka uyduğunu sormak gerekir. Ayrıca, ahlâken sükût etmiş bir toplumda, mimsiz medeniyetin bütün icaplarının açıkça yerine getirildiği bir coğrafyada, iki cihan saadetini arayan  muhtaçlara şifa olabilecek yegâne eserler olan Risale-i Nur’un ulaştırılmasının engellenmesi, hangi vicdan ve nasıl bir akıl sahibinin yönlendirmesidir, diye de sormak gerekir. Üstadımızın “Umumun malıdır, Kur’an’ın malıdır; onu kendi malı gibi bilen ve sahiplenen herkes basabilir” vasiyetlerinin bilindiği ve bu vasiyetler çerçevesinde bu kudsî vazifenin on yıllardır yerine getirilerek gelenekselleştirildiği bir zamanda, Risale-i Nur’un basımını birkaç kişinin inhisarına bırakan bir tekelleşme anlayışının ‘Risale-i Nur hakikatlerinin yayılmasını önleyecek Kemalizm kokan bir yasaklama’ anlamına gelip gelmediğini de sormak gerekir.

Neymiş, Risale basmadan hizmet edilmez miymiş? Neymiş Risale-i Nur’u yalnızca hak edenler basacakmış. Neymiş, bu yasak yalnızca tahrifçi yayınevleri içinmiş. Bu gafilâne yaklaşımlar “Bismillah her hayrın başıdır” ile başlayan metinlerin ‘bir yardım eli’ bekleyen gönüllere ulaşamadığı gerçeğini değiştirmiyor.

Heyhat! Yeni Nurculuk anlayışı buysa, doludan sonra taş da yağsa şaşırmam artık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*