Said Nursî haklı çıktı

Said Nursî-M. Kemal görüşmesiyle gündeme gelen ve Bediüzzaman’ın önce M. Kemal’e yazdığı, sonra milletvekilleri ile komutanlara dağıttığı on maddelik beyannamenin muhtevası üzerinde nedense hiç durulmadı.
Oysa tarihî bir dönemeçte kaleme alınan bu metinde son derece önemli mesajlar yer alıyor.

Beyannamede namaza yapılan vurgu ve akabinde tartışmanın namazda odaklanması sıradan bir hadise değil. Bu konuda sergilenen tavırlar, çok önemli bir dönüm noktasının eşiğinde, geleceği şekillendirecek tercihleri aksettiriyor.
Dolayısıyla, namaz tartışması, aynı zamanda derin bir zihniyet mücadelesini açığa çıkarıyor.
Bu mücadelede M. Kemal’in kendisini konumlandırdığı yer, “Din bizi geri bıraktı” diyen anlayış iken, Said Nursî tam tersini savunuyor.

Her fırsatta tekrarladığı “Peygamberlerin doğuda, filozofların batıda gelmesi kaderin bir işaretidir” tesbitini metnin 5. maddesinde de ifade eden Bediüzzaman, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Şarkı (doğuyu) ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz (uyandırdınız), fıtratına muvafık (yaratılışına uygun) bir cereyan veriniz, yoksa sa’yiniz (emeğiniz) ya hebaen (boşa) gider, veya muvakkat, sathî (geçici ve yüzeysel) kalır.” (Tarihçe, s. 221)

7. maddedeki şu tesbit de aynı paralelde:
“Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâpvâri bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine (prensiplerine) inkıyad (uymak) ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp sönmüş.”

8. maddedeki ifadeler ise, yine bu mânâları bir başka önemli boyutuyla dikkatlere sunuyor:
“Zaaf-ı dine (dinde zayıflamaya) sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi (ahlâksız Avrupa medeniyeti) yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zaman-ı zuhuru (ortaya çıkma zamanının) geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez.”

Ve beyannamedeki son paragrafın ilk cümlesi olan “Şu inkılâb-ı azîmin (büyük değişimin) temel taşları sağlam gerek” ifadesi, aktardığımız pasajlardaki mânâ ve mesajı iyice perçinliyor.

Aslında her biri enine boyuna irdelenip detaylı şekilde tahlil edilmesi gereken cümlelerden oluşan tarihî bir metin bu. Çok önemli bir yol ayrımında yönelinmesi gerekli doğru istikameti gösteren uyarılarla dolu bir yol haritası.
Dikkatle üzerinde durulması gereken pek çok önemli mesaj içeriyor. Meselâ onlardan biri, saltanatın kaldırılmasını tartışma konusu bile yapmayıp, bu işlevin Meclis tarafından üstlenilmesini bir vâkıa olarak kabul etmesi. Ki bu tavır, Said Nursî’nin ta İkinci Meşrutiyetten itibaren ortaya koyduğu, “Artık tek şahsın değil, şahs-ı manevînin öne çıkıp belirleyici olduğu bir çağdayız, zaman cemaat zamanıdır” deyip, adalet, meşveret ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerleri vurgulayan çizgiyle de örtüşüyor.

Bediüzzaman’ın, aynı Meclise hilâfet mânâsını da deruhte etmesi yönündeki çağrısı da son derece önemli. Ama bunun yönteminin “Artık hilâfeti ben devralıyorum” gibi bir ilânat yapmak değil, İslâm şeairinin gereklerini yerine getirmek şeklinde olması gerektiğini ifade ediyor.

Hilâfetin kaldırılmasına dair kanunda, bu misyonun Meclise devredildiği yönünde bir maddeye yer verilmiş olması, bu uyarılara o gün için itibar edildiğinin bir işareti. Ancak sonrasındaki uygulamalar ne yazık ki tam tersi yönde gelişti.
Said Nursî’nin, “Ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeairini tahrip ediyorlar. Öyle ise, zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir” çağrısı yaptığı kadrolar, bilâhare kendi elleriyle şeairi tahribe yöneldiler.
Cumhuriyet adı altında kurdukları tek parti diktasında ezan, mabedler, din eğitimi ve tesettür gibi İslâm şeairini hedef alan yıkıcı tasarruflar, bu yönelişin en belirgin ve çarpıcı örnekleri.
Ama 90 yıl sonra bakıyoruz ki, bunların çoğu kalıcı olmadı. “Yapacaklarınız geçici ve sathî olur, çabuk ölüp söner” diyen Said Nursî haklı çıktı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*