Sekiz yıl mecburiyet, sonrası serbestiyet!

Eğitim ve öğretimin ilk ve orta kademelerinin (lise dahil) 12 yılının da mecburî olması, Türkiye şartlarında yeni problemler üretecek gibi gözüküyor. Farklı bir sisteme problemsiz bir geçiş isteniyorsa, ilk sekiz yılın kesintili ve mecburî; sonrasının ise isteğe bağlı bırakılması daha makul, daha demokrat ve daha evrensel olacaktır.

İşte size “slogan” gibi bir söz:“Sekiz yıl mecburiyet, sonrası serbestiyet!”

***

Sayın Bakan Ömer Dinçer, lise düzeyinde okullaşma oranının azlığından yakınarak, 12 yıllık mecburî süreye lisenin de dahil edilmesiyle, bu çağdaki okullaşma oranını arttırmanın da amaçlandığını ifade ediyor. Acaba, lise düzeyindeki düz ve meslekî okulları, mecburî süreye dahil etmeyen ve isteğe bağlı bırakan ülkeler, bu seviyedeki okullaşma oranlarını nasıl arttırıyorlar? İncelemeye değer!

Her şeyden evvel, isteğe bağlı sürenin cazibe ve kalitesinin arttırılması lâzım. Asıl marifet ve devlete düşen asıl yükümlülük de bu alanda kendisini gösterir. “Eğitimli ve güçlü devlet”lerin eğitim alanındaki rolü böyledir. Yani; eğitim ve öğretimdeki emekleri boşa çıkartmamak, haklarını zayi ettirmemek, toptan kaliteyi arttırmak, imkân sağlamak, yardım etmek ve yol göstermek!

Eğer siz, isteğe bağlı olan bir alanı, istikbâl vaadiyle güzelleştirip, hayat bahşeden bir cazibe odağı haline getirirseniz, merak etmeyiniz, öğrenci gözünü oraya dikecek, gönlünü de oraya bağlayacak ve daha ileriye götürmek için iştiyakla çalışacaktır. Hatta zorunlu süreyi de bir an önce tamamlayıp, o serbest alana kavuşmak isteyecektir. Sadece “zorunluluk” saikiyle okumadığını, haddizatında okumanın muhtacı ve hayranı olduğunu ispat edecektir. Söz konusu olan, insanın eğitimi ise, durup düşünmek gerekir. Belli bir yaştan sonra insanın zorlanması doğru değildir. “Akla kapı açılır, iradesi elinden alınmaz.”

Hele bir de, “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” emr-i Peygamberîsini bilen bir Müslüman evlâdı ise, ilim ve bilim yolcusu olarak yoluna devam edecektir. Yeter ki, siz onun önüne engeller koymayınız! (12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinde olduğu gibi.)

***

Bugün Türkiye’de liseye rağbet olmamasının bir yığın sebepleri vardır. İşsiz, mesleksiz kalan lise mezunlarına, üniversite mezunları da dahil olunca, üniversiteye geçişte en önemli basamak olan lisenin şanına gölge düşmüş, liselinin keyfi kaçmıştır.

Hiçbir haklı gerekçesi olmadan, baskı ve dayatma ile kanunlaşan “sekiz yıllık kesintisiz sistem”, eğitim ve öğretimi büyük çapta sekteye uğratmıştır. Aslında iktidardan beklenen, bir an önce bu uygulamaya son verdirerek, kesintili eğitime geçirmekti. Ama çok gecikti. Şimdi yapılıyorsa, desteklenmesi gerekir ve destekliyoruz. Hatta düz ve meslekî liseleri kapsayan son 4 yılın mecburî olmasına itirazımız da, bu sisteme kuvvetli bir destektir. Zira kalıcı olmasını istiyoruz. Zorunlu süre, Avusturya’da olduğu gibi, öğrencinin lehine bir amaçla 1 yıl daha uzatılabilir. Ama (orta kısımları hariç) düz ve meslekî liseler serbest bir alanda kalmalıdır.

Avusturya eğitim sisteminde zorunlu süre 4+4+1 şeklinde dizayn edilmiştir. Yani 4 yıl ilkokul, 4 yıl ortaokul (ve düz liselerin orta kısmı). Son 1 yıl da, düz lise ve meslekî liselere devam edemeyenlere çıraklık eğitimi yaptırıp, iş hayatına hazırlamak içindir. Böylece 6 yaşında okula başlayan çocuk, 15 yaşına gelince zorunlu eğitimini tamamlamış olur. Hatta son 1 yıllık çıraklık eğitimi, öğrenciye, bir fırsat daha tanıyor, eğitime devam aşkını da aşılıyabiliyor. Zira öğrenci burada başarı sağlarsa, notlarını düzeltirse, düz ve meslekî liselerden birine devam edebiliyor. Bundan sonrası tamamen serbest, esnek, alternatifli ve en fazla 5 yıl sürelidir. Bu süre sonunda meslekî ve teknik kariyer kazananlar, üniversiteye devam etmeseler-edemeseler bile cazip çalışma alanları bulabiliyorlar.

***

Bediüzzaman, Birinci Millet Meclisinde mebuslara hitabında, “Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır” diyordu. Ama siyasî irade, ona kulak vermedi, bu milletin fıtratına uygun olmayan bir cereyanda ısrar etti. Bediüzzaman ise, milletin fıtratına uygun Kur’ânî bir cereyanı, bir akımı başlattı. Elbette ki, fıtrata uygun olan galip gelecektir.

Hadis-i Şerifte buyruluyor: “Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar; ama anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”

Acaba bizdeki “devlet baba”nın resmî zihniyeti, çocuğu ne yapmaya zorluyor? Ve şimdi “zorunluluk” süresinin uzun tutulmasıyla bu “zorlamalı alan” arasında bir ilinti olabilir mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*