Ebu İshak-ı İsferayini [Ebu İshak-ı İsferani](?-1027)

Büyük İslam alimlerindendir. Mesaisinin büyük bir kısmını fıkıh, hadis ve kelam ilmiyle uğraşarak geçirmiştir. Risale-i Nur’da kendisinden, kelam ilminin büyük imamlarından biri olarak söz edilmektedir. Şafii fıkıhçılarından olup, Eş’ari kelamcılarından biri olarak tanınmaktadır. Hatta Eş’ariye’nin sistemli bir kelam ekolü haline gelmesine önemli katkıları olmuştur. Allah’ın emirlerine uymayan, günahkar ve kötü huylu idarecilerle yakınlık kuran kimselerin rivayetlerine güvenilemeyeceğini savunmuştur.

İslam’da icma’ın üzerinde, çok önemli şer’i delil olarak durmuştur. Fikirlerinde hem Maturidî, hem Eş’ari ve hem de Mu’tezile’ye yakın öğeler taşıyan nitelikler dikkat çekicidir. Künyesi, Ebu İshak Rüknüddin İbrahim bin Muhammed bin İbrahim el-İsferayinî şeklindedir.

Ebu İshak, tam olarak bilinmeyen bir tarihte Nişabur havalisindeki İsferayin’de doğdu. Eğitim ve öğretim görmek maksadıyla Bağdat’a gitti. Burada önemli alimlerden ve müderrislerden kelam ve fıkıh dersleri aldı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Nişabur’a dönerek önce camide ardından medresede dersler vermeye başladı. Aralarında Abdülkahir-i Bağdadî ve Ahmed bin Hüseyin el-Beyhaki gibi şahsiyetlerin bulundu çok önemli talebeler yetiştirdi.

Ebu İshak, daha çok fıkıh, kelam ve hadis ilmi üzerinde durdu. Fıkıh dalında otorite ve müçtehit olarak kabul gördü. Özellikle kelam konusunda önemli bir yere sahiptir. Bediüzzaman kendisi için, “İlm-i kelâmın büyük imamlarından” (Mektubat, s. 131) ifadelerini kullanırken ayrıca, mühim imamlardan biri olarak değerlendirmektedir (Mektubat, s. 154). Bu sahada kendi çağdaşı olan alimlerle girdiği ilmi münazalardan galip geldiği gibi, çoğu zaman kendi görüş ve düşüncelerine başvurulmuştur. Otorite olmasından ötürü kendisinden övgüyle söz edilmektedir. Onu dinleyip kelam dersini alanlar ilmi ve ahlaki şahsiyetinden etkilendikleri gibi, yeni Müslüman olmuş gibi bir duyguya kapıldıklarını da dile getirmişlerdir. Ebu İshak, icma’ın önemine değinerek, şeriattaki konumuna temas etmektedir. Ona göre icma, çok önemli şer’i bir delildir. İslam alimlerinin ittifak etmedikleri, bir anlayış ve yol bulunmadığı durumlarda dini sorumluluğun ortadan kalktığını savunmuştur (Salih Sabri Yavuz, TDVİA., 22. C., s. 515).

Ebu İshak, hadis ilmi ile de uğraştı. Hadis nakillerinde bulundu. Risale-i Nur’da, Peygamber Efendimizin (asm) mucizeleri anlatılırken onun ismi de zikredilmektedir. Bunlardan birisi Peygamber Efendimizin dayandığı kuru ağaç kütüğünün dile gelmesidir. Kuru hurma ağacından olan direk, Peygamber Efendimizin kendisini cennette dikmesini ve meyvelerini de Cenab-ı Hakk’ın sevgili kullarının yemesini talep etmiştir. Ebu İshak, ağaç kütüğünün Resullullah’ın emriyle yanına geldiğini, daha sonra tekrar Onun emriyle yerine döndüğünü nakletmektedir (Mektubat, s. 131). Naklettiği diğer bir hadis de Peygamber Efendimizin Adba adlı devesi ile ilgili olanıdır. Habib-i Ekrem (sav) vefat ettikten sonra, deve kederinden ne yedi ve ne de içti. Ölünceye kadar bu hali devam etti (Mektubat, s. 154).

Hadis nakleden Ebu İshak, rivayette bulunan kişilerde olmaması gereken bir hususa dikkat çekti. Ona göre, fasık olan yani; Allah’ın emirlerine uymayan, günahkar ve kötü huylu idarecilerle yakınlık kuran kimselerin rivayetlerine güvenilmez ve bunların söylediklerine de itibar edilmez. Diğer hadis ravileri gibi, her hadis rivayet edenin söylediklerine itibar edilemeyeceği, her şeyden önce İslam’ı her hal ve hareketleriyle yaşamaları ve yaşamış olmaları hususu ön plana çıkarılmaktadır.

Ebu İshak, peygamberlere verilen mucizeler konusunda görüşlerini belirtirken; mucizelerin harikulade bir tarzda meydana gelmesinin söz konusu olduğu gibi, tabii bir seyir halinde cereyan eden bir hadisenin engellenmesi şeklinde de gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Mesela, Peygamber Efendimizin parmağı ile ayı iki parçaya bölmesi, İsa Aleyhisselam’ın ölüleri diriltmesi, Musa Aleyhisselam’ın asasının yılana dönüşmesi gibi harikulade ve olağanüstü mucizeler gösterilmiştir ve bunlar tamamen harikulade hallerdir. Diğer taraftan sayıca üstün ve daha ağır silahlara sahip olan müşriklerin Müslümanlara mağlup olmasının da bir mucize olduğunu, Firavun’un Musa Aleyhisselam’ın kavmini çölde yakalamasının engellenmesinin de mucize olduğunu belirtmektedir. Mucizelerin, nübüvvetin delili olarak peygamberlere verildiğini bu itibarla da velilerin bu türden keramet göstermesinin imkansız olduğunu ifade eder. Kerametlerin de, duaların Allah katında makbul olmasıyla sınırlı olduğunu beyan eder. Peygamberlerin ismet sıfatı ile ilgili olarak da, peygamberlerin yanlışlıkla veya kasten küçük-büyük günah işlemediklerini ve böyle bir şeyin isnat edilemeyeceğini sözlerine ekler.

Ebu İshak’ın, Kur’an-ı Kerim’in i’cazı ve keramet ile ilgili hususlarda Mu’tezile, kesb teorisi ile Eş’arî ve kelam sıfatının açıklanması mevzularında Matiridi’ye yakın bir tavır takınması, orta yolunu takip ettiği ve tamamen belli bir düşünce akımının içinde telakki edilemeyeceği izlenimini vermektedir. Ebu İshak’ın öne çıkan özelliklerinden bir tanesi de, sünnetullaha aykırı olan kerametleri reddetmesidir. Be reddetme özelliğinden ötürü bazı alimlerce eleştiriye maruz kalmıştır.

Ebu İshak, 1207 yılında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Nişabur’de ölmeyi arzuladığını söyledikten birkaç ay sonra, burada vefat etti. Naaşı Hire Kabristanına defnedildiyse de bilahare oğlu tarafından İsfenderiye’ye nakledildi.

Ebu İshak’ın, Süleymaniye Kütüphanesinde de bir nüshası bulunan ve üzerinde yüksek lisans tezi yapılan Akide adlı eseri iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde iman esasları ayrıntılı bir biçimde aktarılırken, ikinci bölümde bunların ispatına yönelik deliller üzerinde durulmaktadır.

Nurü’l-‘ayn fî Meşhedi’l-Hüseyn adlı eserinde, Ehl-i Sünnetin akidesine uygun olarak; dört büyük halifenin meşruluğu, Muaviye’nin oğlu Yezid’e Ehl-i Beyt ile alakalı vasiyeti, Hz. Hüseyin’in (ra) Kerbela’ya gidişi ve Yezid’in ordusuna karşı verdiği mücadelesi, burada cereyan eden hadiseleri ele almaktadır. Bu eserinin de bir yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde mevcuttur.

Ebu İshak, bu iki eserinin dışında; El-Cami’ fi Usulü’d-din ve’r-Red ‘Ale’l-Mülhidin, Edebü’l-Cedel, Şerhü’l-Fürû’, Ta’cizü’l-Mu’tezile, El-Muhtasar fi’r-Red ‘Ala Ehli’l-İ’tizal ve’l-Kader gibi eserleri de kaleme almıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*