Yakın tehlike

Dünyevîleşme, ‘para’ya gereğinden daha fazla kıymet verme, her adımda maddiyatı öne çıkarma yaklaşımı son yılların en meşhur hastalığıdır. Sosyal bünyeyi tahrip eden bu bakış açısı, insanların ölüm sebeplerinin ön sıralarında yer alan ‘kanser’den daha tehlikelidir; ama farkında değiliz. Tehlike, kapımıza dayanmış, ama biz ‘Daha zengin olduk’ diye temelsizce seviniyoruz.

 

İki uzmanın bu husustaki tesbitleri dikkate alınması gereken ölçüler olarak karşımızda duruyor. Maltepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve AB Bölümünden siyaset bilimci Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün ve sosyolog yazar Abdurrahman Arslan, farklı bakış açılarıyla aynı noktalara işaret etmişler.
Önce Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’ün tesbitlerine bakalım. Öğün, özetle şöyle demiş:
Bugün seçmeni ilgilendiren konuların başında ‘daha iyi yaşama beklentisi’ geliyor. Türkiye’de son 8 yıla bakınca harcamalar dünyasında bir patlama var. Artık, eskisi gibi ‘Bir lokma, bir hırka’ anlayışı yok. Siyaset artık siyasal akıl üzerinden değil; siyasal duygular üzerinden işliyor. Maharet, iktidar olmak değil, toplumsal ilişkileri iktidar ilişkilerinden ne kadar arındırdığınızdır.
‘Bir lokma, bir hırka’ demek çok önemli bir şeydir. İktisat dersinde öğrencilere ‘İnsan ihtiyaçları sonsuzdur, ama kaynaklar sınırlıdır’ diye öğretiyoruz. İhtiyaçların sınırsız olduğunu nereden çıkardık? Bugün biz, bu ihtiyaçlar gerçekten bizim ihtiyacımız mıdır, onu bilmiyoruz.
Ama hakikaten bu ülkede samimî, inanan insanlar varsa, lütfen Yunus Emre’yi okusunlar! Varlığa sevinmeyen, yokluktan yerinmeyen o Yunus’u bir okusunlar. Eğer Yunus Müslümansa ve onun savunduğu hayat İslâmî hayatsa; burada ‘İslâmî hayat’ diye sunulan şeylerin büyük bir çoğunluğu İslâm dışıdır.
Bu ülkede Müslümanlar kapitalizmle hesaplaşmıyorlar! Tam tersine, çok uyum içerisinde yaşıyorlar. Hesaplaşsalar, Yunus gibi düşünmeye başlayacaklar. O zaman bir takım şeyleri reddedecekler. Bir, iktidar; iki, para olmadan yaşanabilir mi acaba? İktidar ve para kendi aralarında problemlidirler. (Akşam, 20 Haziran 2011)
“Kamusal alan dindarları aşındırdı” diyen sosyolog yazar Abdurrahman Arslan’ın tesbitleri de şöyle:
Müslümanlar uzun zamandan beri iktidarın baskısı sebebiyle sıkıntıya giren insanlar. Dolayısıyla iktidarın yumuşaması ya da bu baskıcı uygulamalarından çıkmasının Müslümanları daha rahat Müslümanca bir hayatı yaşayacaklarına dair bir kabul vardı. Bu pek olmadı gibi geliyor bana. Müslümanlar bunda bir bedel ödemek zorunda kaldılar. Müslüman kesim büyük nispette sosyal bir dönüşüme, kültürel bir dönüşüme maruz bırakıldı. Şu anda da bu süreçleri yaşamaktayız.
Müslümanlar başları kapalı olarak kamusal alana girdiler, fakat kamusal alanın dönüştürücü gücüyle onlar da dönüşmeye başladı. Peki bunu nasıl açıklayacağız? Kamusal alana alınmayı sahici bir hedef olarak gördüler. Ama bence en büyük yanılgı buydu. Oraya katılmak sahici bir hedef olmamalıydı. “Ev”lerini terk ettikleri günden itibaren değerlerini kaybettiler. Belki bunu evi terk etmeden düşüneceklerdi. Kamusal alan Müslümanları aşındırmaya başladı.
Dindarlar iktidara gelemeselerdi mevcut iktidar kendini değiştirmek zorunda kalacaktı. 1995’te dindarlar belediyelere geldiklerinde sistem tıkanmıştı zaten. Bu sistem gidemezdi. Şu anda da dindarların bu sisteme en büyük faydaları kilitlenmiş bir sisteme açılım getirmeleridir.
Kişisel kanaatim ve çok üzüldüğüm bir şey Müslümanlar son 60-70 yıl içerisinde “emin” vasıflarını kaybettiler. Çünkü bazı şeyleri kaybettiğinizde kolay kolay yerine koyamazsınız. Koymak istediğinizde de çok büyük çaba ve zamana ihtiyacınız olur. Müslümanlar bunu telâfi etmek isterse birkaç nesil alacaktır bu. Bu tutarsızlığın getirdiği en büyük yıkım imanla amel arasında büyük bir makas açılımına sebep olmasıdır. Bunun diğer adı sekülerleşmedir. Biz böyle bir süreçten geçiyoruz. Günümüzün dünyasında haramlar yaklaştırılıp helâller uzaklaştırılmıştır.
Doğrudur, başörtülülerin sayısı artmıştır, başörtüsü daha serbestçe kullanılmaktadır, kullanılacaktır bundan sonra da, ama o başörtülü insanın enfüsi zenginliği alabildiğine fakirleşmektedir. Müslümanlar amel olarak, enfüsi zenginlik olarak fakirleşmektedirler. (Yeni Şafak, 19.06.2011)
İki uzmanla yapılan röportajlardan özetlemeye çalıştığımız tesbitler, genel anlamlarıyla Risâle-i Nur eserlerinde izah edilen konular arasındadır. Risâle-i Nur’un, insanları ‘devlet’ten, ‘yönetim’den, dünyevîlikten, mevkilerden ve makamlardan uzak tutan anlayışı boşuna değil. “İsteyene ver onları, bana Seni gerek Seni” diyebilenlere ne mutlu…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*