Hayat muhabbet üzerine kurulmuştu.
Ama bu muhabbet ilk defa Âdem Aleyhisselâm’ın çocukları arasında bozuldu.
Ondan sonra muhabbete çok sûikastler yapıldı.
Kimi kimine küs gitti, kimi ise haset ve kin içinde yaşadı.
Ama bu muhabbet ilk defa Âdem Aleyhisselâm’ın çocukları arasında bozuldu.
Ondan sonra muhabbete çok sûikastler yapıldı.
Kimi kimine küs gitti, kimi ise haset ve kin içinde yaşadı.
Halbuki insanların hepsi bir anne ve babadan çoğalmışlardı.
Ve son asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî:
“Biz muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur” demişti asrın başlarında.
Ve bunu hayatının başından sonuna kadar devam ettirdi.
Buna, onu sevenler de iştirak ettiler.
Hatta inanmayanlar ile dahi bir nevî kardeşliklerinin olduğunu dile getirmişti.
Hakikî muhabbetin şartı, rüşvetsiz olmasıdır.
Bir beklenti içinde olmadan karşımızdaki insanları sevmektir.
Hele yüce bir dâvâya inanan insanların, bu muhabbeti hayatlarının temel taşı yapmaları gerekir.
“Kardeşinden sana gelen tenkit takdirdir, tükrük misk-i amberdir” demişti merhum Zübeyir Gündüzalp.
Oysa, öyle olmuyor.
İnsanda bulunan zulüm damarı nice hallere vesile oluyor.
Ve “Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur” demişti Bediüzzaman.
Hayatlar sevgisizlikten sönüyor.
Sevgilere bu yüzden kara lekeler sürülüyor.
Acımasızca tenkitler yapılıyor.
Bu ise, muhabbet ağacını zedeliyor.
İş ilişkileri zayıflıyor, akrabalık bağları kesiliyor.
Kardeşlik duygularına zehir şırınga ediliyor.
Dâvâ sahiplerinin şevkleri söndürülüyor.
Ümitlerine, coşkularına sed çekiliyor.
Muhabbetin tadı bozuluyor.
Husûmet askeri harekete geçiyor.
Tarih bir çok olayda bu muhabbetin acı hicranlarına sahne oldu.
Nice savaşlar bu yüzden kaybedildi.
Yıllarca Şeyh Şamil’i yenemeyen Moskoflar, Şamil’in ordu komutanlarına el atıp, onların duygularına zehir ekince; Şamil şu unutulmayan ve tarihe geçen müthiş sözleri söylemişti:
“Beni Çar yıkamadı, Çar’a yardımcı olan Çar tabancaları yıktı.”
Bu mübâyenetin çok acı hallerini yaşadık.
Hâlâ da yaşıyoruz.
Sinelerde yürekler tek ses atmayınca, hâlimiz bir başka oluyor.
“Benlik” heykeli başını mağrurane kaldırıyor.
Nerede vefa duygusu?
Nerede ahde vefa?
Nerede muhabbet fedailiği?
Nerede kaldı o “zincir-i nûrânî”?
Bunlar hayatın ağır halleridir.
“Ağacı kurt bitirir, yiğidi dert bitirir” demişti ecdâdımız.
Muhabbet devam etsin, şûrâ kuvvet bulsun!
Bütün nefret hevâ ve hevese tâbi olanlara olsun!
Selâm ve selâmet, Hüdâya tâbi olanların üzerine olsun.
Ve son asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî:
“Biz muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur” demişti asrın başlarında.
Ve bunu hayatının başından sonuna kadar devam ettirdi.
Buna, onu sevenler de iştirak ettiler.
Hatta inanmayanlar ile dahi bir nevî kardeşliklerinin olduğunu dile getirmişti.
Hakikî muhabbetin şartı, rüşvetsiz olmasıdır.
Bir beklenti içinde olmadan karşımızdaki insanları sevmektir.
Hele yüce bir dâvâya inanan insanların, bu muhabbeti hayatlarının temel taşı yapmaları gerekir.
“Kardeşinden sana gelen tenkit takdirdir, tükrük misk-i amberdir” demişti merhum Zübeyir Gündüzalp.
Oysa, öyle olmuyor.
İnsanda bulunan zulüm damarı nice hallere vesile oluyor.
Ve “Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur” demişti Bediüzzaman.
Hayatlar sevgisizlikten sönüyor.
Sevgilere bu yüzden kara lekeler sürülüyor.
Acımasızca tenkitler yapılıyor.
Bu ise, muhabbet ağacını zedeliyor.
İş ilişkileri zayıflıyor, akrabalık bağları kesiliyor.
Kardeşlik duygularına zehir şırınga ediliyor.
Dâvâ sahiplerinin şevkleri söndürülüyor.
Ümitlerine, coşkularına sed çekiliyor.
Muhabbetin tadı bozuluyor.
Husûmet askeri harekete geçiyor.
Tarih bir çok olayda bu muhabbetin acı hicranlarına sahne oldu.
Nice savaşlar bu yüzden kaybedildi.
Yıllarca Şeyh Şamil’i yenemeyen Moskoflar, Şamil’in ordu komutanlarına el atıp, onların duygularına zehir ekince; Şamil şu unutulmayan ve tarihe geçen müthiş sözleri söylemişti:
“Beni Çar yıkamadı, Çar’a yardımcı olan Çar tabancaları yıktı.”
Bu mübâyenetin çok acı hallerini yaşadık.
Hâlâ da yaşıyoruz.
Sinelerde yürekler tek ses atmayınca, hâlimiz bir başka oluyor.
“Benlik” heykeli başını mağrurane kaldırıyor.
Nerede vefa duygusu?
Nerede ahde vefa?
Nerede muhabbet fedailiği?
Nerede kaldı o “zincir-i nûrânî”?
Bunlar hayatın ağır halleridir.
“Ağacı kurt bitirir, yiğidi dert bitirir” demişti ecdâdımız.
Muhabbet devam etsin, şûrâ kuvvet bulsun!
Bütün nefret hevâ ve hevese tâbi olanlara olsun!
Selâm ve selâmet, Hüdâya tâbi olanların üzerine olsun.
Benzer konuda makaleler:
- Hayat-ı beşeriyenin ruhu âhde vefadır
- Bediüzzaman´ın gözleri
- Muhabbet, kainatın bir sebeb-i vücududur
- Bediüzzaman’ın kâinata bakışı
- İman ve kıymeti
- Değişen Hayatlarımız
- Hayata iman gözlükleriyle, Vedûd penceresinden bakmak
- Bu günleri gören Üstad
- Risale-i Nur’u doğru okumak üzerine
- Bediüzzamân’dan talebelerine
İlk yorum yapan olun