İbretli hâtıralar

28 Şubat Sinsî Darbesi münâsebetiyle gazetelerde yer alan hâtıraları ibretle okuduk. Bunlar, yurdumuzda icrâ edilen binlerle denâatin ufak birer nümûnesi idi. Bilmediğimiz, duymadığımız daha niceleri olmuştu şüphesiz… Her asırda, her idârede sayısız haksızlıklar ve zulümler yapıldığı inkâr edilmez. Ancak, beşeriyetin gerçek hürriyeti tanıdığı, hayâtında kudsî bir mevkîe oturttuğu bir zaman diliminde, gûyâ medenî, laik, insan haklarına saygılı bir devlette bu hallerin yaşanması aklın ve vicdânın kabûl edebileceği bir durum değildir.

 

Zâlim, fırsatı bulduğunda dâimâ zulmünü icrâ edecektir. Fakat, vatandaşlarına ve idâresi altında yaşayan yabancılara, insan olmanın bahşettiği hakları istedikleri gibi kullanmak husûsunda eşit davranmak ve bunu engellemek isteyenlere mâni olmakla aslen muvazzaf bulunan müesseselerin ihmâl ve aldırmazlıkları, o zulümlerden daha korkunç ve şenîdir. Halkın haklarını korumak üzere kurulmuş makamlara oturtulan, temsilcisi olduğu kişilerden daha müreffeh bir hayat sağlanan, vatanın ve devletin bütün imkânları önlerine serilen şahısların, böyle zamanlarda nefislerini ve kendi çevrelerini düşünerek hareket etmeleri insanlığa, vazîfe mes’ûliyetine, ahlâka ne derece uyar?

“Zâlimin muîni” olan ve “insafsız avcıya hizmetten zevk alan”lar, Nâmık Kemâl’in o hiddetli ifâdesi ile ne güzel tavsîf edilmişlerdir. “Dicle kenarında bir koyunu kurt kapsa”, mes’ûliyeti omuzlarında hisseden Hz. Ömer’ler nerede, bu günlerin idârecileri nerede! Güçlülerin karşısında ezilip-büzülen; dışarıda kahraman edâları sergileyenler, İlâhî kameralarla çekilen filmlerinin neşredileceği günde utanmayacaklar mı? Zulme mâni olamıyorsan, haykırmayı da mı bilmiyorsun? Korkudan sesin kısıldı ise zulme uğrayan ekseriyetin safına katılmayı da mı akledemiyorsun? Ecdâdının “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!” diye tâlip olduğu makamlara, “İlle de devlet başa!” felsefesi ile kendilerini kırmızı halı yerine merdivenlere serenlere yuh olsun!

Halktan rey isterken koltuklarının altında olduğunu söyledikleri kellelerinin ne büyük kıymette olduğunu bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha anladığımız; ama hep aldandığımız kişiler, yüz binlerce mağdurun helâl edilmeyen haklarını ödeme zamânı geldiğinde bakalım ne yapacaklar? Nasıl davranacaklar? Kıymetli kellelerinin yüz cihetinde yer alan “yüz”lerini o gün hangi koltuğun altına saklayacaklar? Kendilerinin ve kellelerinin, oturup yapıştıkları koltuğun üstünde kalabilmesi için halkın yeterince fedâkârlık yapamadığını, bedel ödemediğini iddiâ ederlerse, şaşmayız!

İnancımız ağzımızda; nefsimizin sevgisi, aşkı yüreğimizde! Hiç ölmeden, her türlü zillete râzı olarak; zâlimin şaklattığı parmak sesiyle, gösterdiği istikàmete koşmak ne büyük zevk! İşte medeniyet bu! Ölürsem beni koltuğumla, minderimle, kemiklerimle gömün!

Dünya yalnız râhat yaşamak, şan ve şeref içinde hüküm sürmek, alkışlarla koca koca mezarlara gömülmek, anıtlarla, ağıtlarla anılmaktan ibâret olsa idi; size hak verebilirdik! Fakat, ister inanın – ister inanmayın, herkesin sorumluluğu ve mükellefiyeti nisbetinde hesap vereceği; ne zâlimin, ne mazlûmun zerre kadar hakkının ihmâl edilmeyeceği, akılların idrâkinden âciz olduğu bir büyük mahkeme, Âdil-i Mutlak olan Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda kurulacak!

Dünyanın hepsi bir insana verilse, binlerce yıl hükümdâr olsa, adâletle hareket edememişse, zâlimlerin safında yer almışsa, onun yerinde olmak istemezdik. Emîn olun, orada böyle biri olmaktansa mazlûm olmak binler kere tercîh edilir!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*