DNA ve genetik içinde ne kadar bilgi var?

Bir insanın yaratılış süreci babadan gelen sperm hücresi ile, annede bulunan yumurtalık hücresinin birleşmesi neticesinde başlıyor. Yumurtalık hücresinde 23 kromozom, spermde ise yine 23 kromozom bulunmakta. Bu iki hücresinin buluşması neticesinde bu sayı 46 kromozoma ulaşmakta ve böylece Kudret-i İlahi bir insanı bu hücre üzerine inşa etmekte.

Bu günkü genetik bilimine göre tüm bu yaratılış süreci DNA ve genetik denilen kotların açılması ile vuku buluyor. Yani İlm-i ilahi DNA üzerine mükemmel bir program yazmış, İrade ve Kudret de bu programa göre bir insanı inşa etmekte. İnsan başlangıçta bir hücre iken, dünya yüzüne geldiğinde neredeyse yüz trilyon hücre sayısına ulaşır. İşte bu kadar hücrenin ve insanın tüm vücudundaki fonksiyonların özellikleri DNA denilen genetik yapı üzerine yazılmış. Adeta bir bilgisayar programı ve kotları gibi.

Bu gün bilgisayar programları ikili sayı üzerine kuruldur. Bütün veriler ve fonksiyonlar bu ikili sayı düzenine göre çalışır. DNA üzerindeki genetik kotlar da adeta bir programa ve kotlama sistemine benziyor. Bir kitap gibi sanki.

Bu kitabı yazmak için ise dört harf kullanılmış. Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin. DNA üzerindeki bütün yazılar bu dört harf ile temsil ediliyor. Günümüz genetik araştırmacıları artık DNA’ya bir bilgisayar programı gibi bakıyorlar. Nasıl ki, bilgisayardaki programlar ikili sayı sistemi ile ifade ediliyor. Aynen öyle de DNA da dörtlü sayı sistemi ile tanımlanıyor.

Peki DNA denilen genetik yapı üzerinde ne kadar kotlama yapılmış? DNA ve genetiklerin bilgi kapasitesi nedir? Bu yapılar üzerinde ne kadar bilgi ihtiva etmekte? DNA ile canlı yaşam ve kainat arasında nasıl bir bağ vardır?

Bu suallerin cevabı elbette ki çoklar tarafından merak ediliyor. Bilhassa bilim adamları bu konuda ciddi çalışmalar yapmışlar. Ortaya koydukları rakamlar da bir o kadar dikkat çekici. Zira DNA çok büyük bir bilgi deposu. İçine yüzlerce binlerce kitap sığdırmak mümkün. DNA tüm yönleri ile hayret verici bir molekül. Zaten gün geçtikçe de bu konuda daha hayret verici sonuçlar elde ediliyor.

Mesela bir bilim adamı bir gram DNA içinde bir milyon CD kapasitesinde bilgi saklı olduğunu ifade ediyor. Gerçekten hayret verici bir rakam bu. Bir diğer bilim adamının öne sürdüğü fikir ise çok daha büyük bir kapasiteye işaret ediyor. Diyor ki: “Bu güne kadar yaşayan tüm canlılara ait veriler bir DNA’ya yüklenmiş olsa idi, bu ancak küçük bir çay kaşığının küçük bir bölümüne tekabül ederdi. Hatta çay kaşığının geriye kalan bölümüne de şimdiye dek yazılmış tüm kitaplar sığabilirdi.” İlginç ve akılların sınırlarını zorlayan bir bilgi kapasitesi bu.

Gerçekten de öyle.

Her bir insan az bir dikkatle bu bilginin belirli bir kısmını idrak edebilir. Çünkü insan bir hücreden yaratılmış. O hücre ise nihayetinde yüz trilyon gibi devasa bir rakama ulaşır. Yani İlahi Kudret o tek hücreyi yüz trilyon kat yaratır ve çoğaltır. Her bir hücrenin bütün fonksiyonları, vücudun bütün işleyiş ve faaliyetleri ile birlikte, insan yaşamı için aklına ne gelirse hepsi DNA ve genetik üzerinde yazılıdır. Demek ki İlm-i ilahi DNA üzerine en az yüz trilyon hücrelik bir bilgi yazmış. Bu bile başlı başına çok büyük bir rakam.

Peki sadece yüz trilyon hücrelik mi DNA’daki bilgi kapasitesi? Elbette ki hayır. Çünkü insan yaşamı sadece kendi hayatı ile ilgili değil. Bir de yaşadığımız çevre, aldığımız nefes, içtiğimiz su, gördüğümüz ışık, yediğimiz nimetler var. Eğer kendi dışımızda bir olay veya fiil bizde bir bilgi olarak bir değer ve mana kazanıyor ise, bu mananın, bilgi olarak DNA ve genetikte kayıtlı olması lazım.

Mesela bir meyve yediniz. O meyvenin sizin ağzınızda bir tadı var. Midenize gitti o meyve, hazım olacak, içindeki faydalı maddeler alınıp vücudun yaşaması için kullanılacak. İşte tüm bu bilgiler yine DNA ve genetikte kayıtlı. Şimdi yediğiniz tüm meyveleri ve diğer gıdaları dikkate alınız. Hepsi sizde kayıtlı bilgi olmak zorunda. Yoksa hiçbir olay mana kazanmaz.

Gördüğünüz her şey de kayıtlı. Işık ve özellikleri bizim genetiğimizde kayıtlı olmasa idi, hiçbir şeyi göremez ve idrak edemezdik. Demek ki, ışık tüm fonksiyonları ile genetiklerimizde kayıtlı olmalı ki, göz hücrelerimiz o ışığın dalga boyuna göre bir vaziyet alsın. Ve böylece cisimle zihnimizde bir bilgi olarak bir mana kazansın.

Su ve hava da aynen böyle. Şayet DNA ve genetiğimizde hava kayıtlı olmasa idi ne oksijeni alabilir, ne de vücutta enerji sağlanabilir ve ne de hayatımız devam edebilirdi. Suyun molekülleri vücut tarafından tanınıp kullanılamazdı. Halbuki insan vücudunun yüzde yetmişi sudur. Su, belki de DNA’daki en önemli bilgiler hanesinde baş köşede yazıldır.

Aynı zamanda vücudumuzdaki tüm maden ve mineraller de yine DNA denilen programın içinde var. Zira vücudumuz tam bir atom ve molekül yığını. Demek ki, tüm kimyasal faaliyetler DNA içine kotlanmış ve dünya yüzünde bulunan tüm madde ve minerallerin bilgisi bizde kayıtlı.

Yani sizin vücudunuz ve yaşadığınız çevrenizle ilgili tüm bilgi insan DNA ve genetiğinde yazılmış olmalıdır. Yoksa hayat denen şey ölüme tebdil olur. Eğer hayatınız devam ediyor ise, hayatla ilgili her şey, ama aklınıza gelen her şey DNA üzerinde yazılmıştır. İşte bu noktada büyük ve akıl almaz bir bilgi deposu karşımıza çıkıyor. Öyle bir bilgi deposu ki kainatın tüm bilgisini içinde barındıran bir depo bu. Belki de İlm-i İlahi kainatın tüm bilgisini DNA içine Kudret kalemi ile yazmış. Belki de, belkisi yok, öyle.

Çünkü biz kainatın içinde yaşıyoruz ve insan da kainatın bir meyvesi. Yani kainat büyük bir ağaç ise insan onun küçük ölçekte bir meyvesi mahiyetinde. Nasıl ki ağacın bütün fonksiyonlar meyvesinde, dolayısı ile çekirdeğindeki genetik kotlarda yazılmış. Aynen öyle de kainattaki tüm bilgi ve özellikler de insan delinen küçük bir numunesinde ve insanın tohumu hükmündeki bir üreme hücresi içerisine nakış nakış kotlanmış.

Bu konuda Risale-i Nurda bir çok tabir ve ifade yer almakta.

“Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur.” gibi ifadeler ile insanda saklanan bu bilgi kapasitesine dikkat çekilir.

Kainatın bir ağaç şeklinde tasvir eden şu hakikat de bir o kadar izah etmeye çalıştığımız hakikate işaret etmekte:

“İşte, şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere mânâsında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflînin anâsır dalları, nebâtât ve eşcar yaprakları, hayvânât çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.”

“Esmâ-i İlâhiyenin ayrı ayrı nakışlarını kendinde göstermektir. Adeta insan, câmiiyetiyle kâinatın küçük bir fihristesi ve bir misal-i musağğarası hükmünde olup, umum esmânın nakışlarını gösteriyor.” ifadesi ile de çok daha ulvi bir meseleye işaret ediyor. Zira bu cümle bizi ta Hz. Adem babamızın yaratışına kadar götürüyor.

Kuran’ın bize bildirdiğine göre Rabbül- Alemin Hz. Adem’i yaratınca ona bütün isimleri öğretti ve Onu melekler imtihana tabi tuttu. Melekler ise imtihanı kaybettiler ve ilimlerinin eksiliğini iitiraf etmek zorunda kaldılar.

Peki ne idi o isimler?

Bu konuda alimler farklı izahlar yapmışlar. Ancak hepsi ortak bir noktaya işaret ediyor. O da şu: O ilim ve isimler tüm kainatın bilgisini ihtiva eden bir ilimdi. Zira İsimler dediğimiz hadise Allah’ın isimleridir. Bizler de isimleri ancak tecellileri ile kavrayabiliyoruz. İşte idrak etmeye çalıştığımız bu isimlerin tecelli yeri ise şu gördüğümüz kainattır. Yani kainattaki tüm fiiller doğrudan Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını gösterir.

Bu hakikattendir ki, alimler, “Hakikî hakaik-i eşya, esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikin gölgeleridir. Hattâ, birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar esmâ-i İlâhiyenin cilve-i nakşı görünebilir” diyerek kainatın mahiyetine Allah’ın isimleri noktasında çok mühim bir tanım getirmişler.

Bu noktadan hareketle, Hz. Adem’e öğretilen isimlerin kainatın tüm bilgisi olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Yani Allah kendine yer yüzünde halife olarak seçtiği insan bir ikram olarak kainatın tüm bilgisini yüklemiştir.

Peki bu bilgi şu an nerededir?

Elbette ki insan DNA ve genetiğinde. Zira bu gün görülüyor ki insandaki DNA denilen bilgi deposu tüm kainatın bilgisini içinde ihtiva ediyor. Sakın öyle küçücük bir yerde kainatın tüm bilgisi kayıtlı mıdır demeyin. Zira Allah öyle bir azamete sahip ki tüm kainatı bir insan içene yerleştirebilir. Hatta şu koca kainata bir çekirdek yapar ve tüm bu gördüğümüz kainatı bir DNA çekirdeğinden yaratabilir ve yaratmıştır da.

Bu gün bilim de bu konuya ucundan kıyısından vakıf olmuş ve Big Bang teoremi ile kainatın bir küçük noktadan ve küçük bir çekirdekten yaratıldığını kabul etmek zorunda kalmıştır.

Peki nedir ve kimdir bu çekirdek?

Elbette ki kainatın medar-ı iftiharı olan Resulu Ekrem Aleyhisselamdır. Yani kainatın DNA’sı onun maddi ve manevi hayatının bir yansımasıdır. İşte her bir insan o çekirdekten bir mahiyet taşımakta. Şayet bu çekirdeği doğru kullanıp, DNA yazılarını iman nuru ile okuyabilirse ahirette yeni bir kainat o çekirdekten yaratılacaktır. Yani her bir insan yeni bir kainatın çekirdeğini taşımakta.

Kainatı büyük bir insan, insanı da küçük bir kainat hükmünde yaratan Rabbü’l Alemine şükrederek, sonsuz bir niyetle Elhamdülillah diyoruz.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*