Hayat bir taraftan güzel, hoş, cazip, çekici, lezzetlerle dolu. Diğer taraftan ise acılar, sıkıntılar, belâlar, hastalıklar, musibetler, ölümler hayatın lezzetini kaçırıyor. Üstelik insan çoğu kez acı ve sıkıntılar karşısında çok çabuk bezginliğe düşüyor. Çözemediği problemler, altından kalkmakta zorlandığı sıkıntılar bezginliğini daha çok arttırıyor. Sabrı kısa, dayanım gücü az, tevekkül duygusu eksik ise hemen isyan duyguları harekete geçiyor.
Kadere karşı itirazlar başlıyor. Önceleri sıkıntılar ve acılardan şikâyet başlıyor. “Niçin bu belâ, niçin bu sıkıntı, ne ettim de bunlar başıma geldi” gibi bir sürü soru, zihin dünyasını işgal ediyor. Ardından hayatı sorgulamaya kalkışıyor. “Keşke olmaz olsaydım, ben bu dünyaya niye geldim vs.” gibi şuursuzca sorular sormaya başlıyor. Sanki dünyaya gelişinden pişmanlık duyuyor. Bu konuda bir çok örnekle karşılaşmışızdır hayatta. Tıpkı yakın zamanda bir arkadaşımla yaşadığım hâl gibi.
Şöyle ki:
Yakın bir arkadaşım vardı, iş yerinden. Çözmekte zorlandığı, devam eden problemleri vardı. Zaman zaman bu problemlerin şiddeti artıyordu. O zamanlarda dayanma gücü de o ölçüde azalıyordu. Bir gün yine bir sohbet esnasında problemlerinden bahsetmiş, şikâyetleri neredeyse isyan noktasına gelmişti. “Keşke olmaz olsaydım” türünden sözlere başlamak üzereydi ki, onu engelledim.
Önce teselli ettim:
“Seni anlıyorum. Derdin büyük, sıkıntın çok. Ama bu kadar şikâyet edecek mesele yok ortada. Düşün, senden daha kötü durumda olan yüzlerce insan var”
“Bana ne diğer insanlardan” der gibi gözüme baktı.
Devam ettim:
“Şu an ciddî sıkıntıların var. Ateş düştüğü yeri yakar, başına gelmeyen bilmez. Bunlar doğru. Ama bunun neticesi yok olmayı istemek değil. Şimdi ‘Hiç olmasaydım, hiç dünyaya gelmeseydim’ diye dövünüp duruyorsun. Peki ‘yok olmak’ tercih edilecek bir şey midir? Şimdi sen gerçekten yok olmayı, dünyaya hiç gelmemeyi, yani insan olarak hiç, ama hiç yaratılmamayı ister misin? Şu anki acılarını bir kenara bırak da, biraz mantıkla düşünerek bu soruma cevap ver. Gerçekten yok olmayı ister misin?”
Ani bir refleksle “İsterim tabiî” der gibi yüzünü ekşitti. Ama ardından düşünmeye başladı. Belli ki iç dünyasında bir dalgalanma olmuştu.
“Yani, işte sıkıntım çok, biliyorsun. Fakat hiç olmamayı da kabullenmek zor tabiî ki. Şu sıkıntılarım olmasa hayat çok güzel elbette”
Baktım, sıkıntıların verdiği acı ile hislerine kapılıp ileri geri konuşuyor, ama biraz mantık kuralları içinde düşünmeye başladığında tam olarak yok olmayı kabullenmiyordu.
“Yok olmayı kabullenemiyorsun. Ama acı ve sıkıntılardan da şikâyet ediyorsun. Bizimle birlikte yaratılmış diğer mahlûkların çoğu acı ve sıkıntı nedir bilmezler. Çünkü acıyı ve sıkıntıyı hissedecek akıl ve fikirleri yok. Meselâ koyunlar ve inekler. Biliyorum, senin ciddî problemlerin var. Şimdi sana teklif edilseydi ki, ‘Gel koyun ol, insan gibi acı çekmektense, bir koyun gibi, bir inek gibi hem insanlara faydan olsun, hem de acılardan sıkıntılardan kurtulursun’ dense ne derdin? Gerçekten insan yerine başka bir mahluk olmayı ister miydin?”
Arkadaşım bu sözlerimden biraz alınmıştı:
“Yani koyun mu?”
Belli ki bu benzetmekten hoşlanmamıştı.
“Peki şöyle yükseklerde uçan bir kartal olmaya ne dersin?”
“Ya da güçlü, kükreyen bir aslan? Kaplan veya iri cüsseli bir fil?”
Daha bir çok mahlûku saydım durdum. Baktım hiçbir mahlûka razı olmuyor arkadaşım. Hangi mahlûku teklif etsem ya kızgın, ya da gülümseyerek itiraz ediyordu. Saydığım bütün mahlûklara benzemeyi veya o mahlûk olmayı vicdan ve aklı bir türlü kabullenmiyordu.
Arkadaşım bu fikri müzakereden sonra biraz olsun rahatlamıştı.
Gerçekten de aklı başında olan bir insan, insan olmaktan başka hiçbir mahlûk olmayı kabullenemez. İnsan ne yer olmayı, ne gök olmayı, ne güneş ve ne ay olmayı, ne dünya ve ne de dünya içindekilerden biri olmayı, ne bitki, ne ağaç, ne hayvan, ne böcek, ne sinek ve ne de başka bir şey, hiçbir şekilde başka bir mahlûk olmayı asla ve asla ki kabullenemez.
İnsan ancak insan olmayı tercih eder.
Şöyle bir düşünün, insan olmak ne güzel, insan olarak yaratılmak ne kadar kıymetli. Düşünmek, konuşmak, akıllı olmak, yüzlerce his ve duygularla donatılmak ne kadar hoş. Planlama yapmak, bir şeyler üretmek, yeni şeyler ortaya koymak tarifi imkânsız bir lezzet. İnanmak, ebedî hayat adayı olmak, ibadet etmek, iman etmek lezzeti ebede uzanan nimetler. İnsanlığın güzelliklerini saymakla bitiremezsiniz.
Demek ki insan her halükârda insan olmayı tercih edecek.
Ve demek ki insan, insan olmaktan razı.
Bu kadar güzelliğin yanında elbette ki az biraz acılar, sıkıntılar, belâlar, musibetler, hastalıklar, kötülükler ve şerler olacak. Bunlar hayatın çerezleri. Hayatta karşılaştığımız menfî hallerden çok da fazla şikâyet etmemek lâzım. Tüm bunların bir mesajı var. Bu mesajları doğru anladığımız zaman, insan o zaman insan olur. İnsan olmanın mayasında tüm bu saydığımız eksikler ve sıkıntılar vardır. Bunlar hayatı insan olarak yaşamamızın bir gerekleridir de. Kötülükler ve musibetler insanları insan olmaya sevk eden teşvik kamçılarıdır. İnsan bu kamçılarla mükemmel insan olmaya doğru koşar durur. İşte insan sıkıntıları, kötülükleri ve diğer menfî halleri doğru anlayıp, doğru yönlendirip ve doğru idare ettiği zaman tam bir insan olur.
Öyleyse şikâyet yerine şükür, tenkit yerine tevekkül etmeliyiz ki, insan olmanın zevkine varalım.
İlk yorum yapan olun