Çizgimiz ya da meslek ve meşrebimiz

Image
Pekâlâ bilirsiniz ki, biz gazetemizle, dergilerimizle ve bilumum yayınlarımızla belli bir hedefe doğru bir çizgi üstünde hizmetimize devam eden bir ekolüz. Bizi “biz” yapan değerler, mânâlar ve rabıtalar vardır. Vizyonumuz da, misyonumuz da, hedefimiz de bellidir. Hizmetlerimize yeniden bir hedef, bir gaye tayin etmek gibi bir derdimiz de yoktur. Ne dünyevî ve ne de uhrevî bir mefaati gözetmeden, sadece Rızay-ı İlâhîyi esas alarak yolumuza devam ederiz. “İn ecriye illa elallah” diyerek, ücret ve mükâfatımızı sadece Allah’tan ümit ederiz.

Ama gelin görün ki, bu halisane hizmetimizi dünya şartlarında, zamanın ilcaatına maruz kalarak, ehl-i dünya ile yan yana, çoğu zaman onlara da ihtiyaç duyarak yürüttüğümüz için, handikaplardan, tehlikelerden ve ihlâsı kıran manilerden kendimizi âzâde tutamayız. İhlâsı kaybetmek, kulenin başından düşmek korku ve endişesini de yüreğimizden söküp atamayız. Üstadımızın “Lâakal onbeş günde bir okunmalıdır” dediği İhlâs Risalesi’ne can simidi gibi sarılırız. Çok şükür ki, pusulasız değiliz. Ahirzamanın karanlığında, dalgalar arasında yol alırken pusulamız da, yolumuzu aydınlatan ışıklarımız da mevcuttur.

Lâkin ta “sahil-i selâmet”e çıkıncaya kadar pusulamızın güvende olmasını, ışıklarımızın açık olmasını temin etmek zorundayız. Rehberimiz ve kaptanımız olan Risale-i Nur Külliyatında, her alanımıza ışık tutan, bazılarınca detay ve “lüzumsuz” zannedilen içtimaî ve siyasî alanları bile karanlıkta ve gizli bırakmayan ölçüler mevcuttur. Bu ölçülerin hiçbirinin vazifesi bitmiş ve tarihe karışmış değildir. Büyük Üstadın hayatının, daha doğrusu hayat devrelerinin neticesi olan ve Kur’ân’ın malı olan Risalelerde rafa kaldırılacak hiçbir mesele yoktur. Bu ölçüleri ve dersleri hayata geçirmek, canlı tutmak için bize düşen vazife, “müfritane irtibat” içinde tesanüdümüzü muhafaza ederek, meşveret sistemi içinde yolumuza devam etmektir.

Gerçi bu ölçüler, Risale-i Nur yoluyla imana ve Kur’ân’a hizmete talip olan herkesi, her grubu bağlar. Ama Yeni Asya’yı, dergilerini ve yayınlarını bu mukaddes dâvânın hizmetkârları olarak görenler ve öyle kabul edenlerde çok bariz bir ayrıcalık vardır. Yani bu gazete ve bu yayınlar için “naşir-i efkârımız” diyenler açısından meseleye ve hizmetlere bakılacak olunursa, kimsenin inkâr edemeyeceği, tarihe mal olmuş ve olmaya devam edecek bir “hususiyet”, bir “serencam” vardır ki, o da hiç şüphesiz “tavizsiz çizgi”dir. Bu çizginin kırılmaması için; şahsî kırılmalar, dökülmeler, kaybetmeler dahil, her zarar ve her tehlike göze alınmıştır. Hem de zinde ve derin güçlere karşı taviz üstüne taviz vermenin, değişkenliğin, tanınmaz hale gelmenin revaçta olduğu bir dönemde dik durulmuş, boyun eğilmemiş, eyvallah edilmemiş. Sun’î ve maksatlı tebessümlere aldanılmamış, parlak tekliflere iltifat edilmemiş. Yeri geldiğinde göz kırpılmadan kaybetmek de göze alınmış. Geri duran dağ gibi şahsiyetler, elden çıkan maddî imkân ve kazanımlar, tesisler ve “emval,” sanki bir depremde kaybedilmiş sayılarak, onların arkasından baka kalınmamış; öne bakılmış, yola devam edilmiştir..

Burada en başta kaderin rolünü ve başa gelen musibetlerde kaderin fetvasını unutmamak lâzım. Bu hizmetlerin yürütülmesinde daha bol para, daha geniş imkânlar, daha büyük organizeler, daha çok fedakârlar olsa da, hizmetlerimiz daha bir kolaylaşsa, daha bir rahat nefes alsak… gibi istekler meşrudur ve herkesin duasıdır. Ama eğer bu niyetle el atılan dal kopup elde kalmışsa, bu yoldaki bazı teşebbüslerden netice alınamamışsa, bundan dolayı yapacak birşey olmadığı gibi, kul olarak itiraza da hakkımız yoktur. Kaldı ki, Âdil-i Mutlak, Rahîm-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak olan Rabbülalemin, bu ekolü bazı sahalarda “başarılı” kılmamakla beraber, bazı alanlarda “muvaffak” ve “üstün” tutuyorsa, o zaman “yerden göğe şükür” diyerek “secde-i şükür” yapmak gerekmez mi? Bunun için de, bu neşriyatın yaklaşık kırk yıllık mazisine dönüp bakmak yetecektir. Eğer bu camianın mazisinde yüzleri kara çıkartacak, başları eğik tutacak bir mesele, bir hadise yoksa, ve adına “tavizsiz çizgi” dediğimiz mesele aslında Risale-i Nur’un vaz ettiği “meslek ve meşrep” ise, o zaman keder ve hüzün yerine, sevinmek ve mutlu olmak gerekmez mi?

Eğer bu “tavizsiz çizgide” sahabe mesleğinin izleri varsa, eğer “saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramadığı” gibi sana da yaramıyorsa, eğer ihtilâllerin ürünleri olan oluşumlardan ve menfaat ortamlarından nasiplenmek senin nasibinde yoksa; evet, aziz kardeşim, bütün imkânsızlıklara ve sıkıntılara rağmen mutlu ve bahtiyar olmak bugün senin hakkındır.

NOT: 8 Kasım Temsilciler toplantısına katılmak düşüncesiyle bulunduğum şehirden Viyana’ya doğru arabamla yol alırken yüzümün bir tarafındaki hareketsizliği fark edip hastahaneye müracaatımla, “yüz felci” teşhisiyle alıkonulmam ve şimdi tamamen iyileşmiş olmam sadedinde, öncelikle Rabb-ı Rahîmime vücudumun zerratı adedince şükrediyor, bizzat ziyaret eden, telefonla arayan, mail ve mesaj atan, gazetemiz aracılığıyla “geçmiş olsun” temennisinde bulunan can dostlarıma teşekkürlerimi arz ediyor ve onları dualarıma dahil ediyorum.

Image

Benzer konuda makaleler:

9 Yorum

  1. Öncelikle geçmiş olsun. İyileşme haberinizide aldık. Allah belkide daha büyük bir müsibetten sizi korumuştur. İnşaallah. yazınızı okudum ve imzamıda atıyorum. bu dava Bediüzzamanın hayatı boyunca edindiği düsturları aynen yaşatıyor. vermeden almıyor. karşılıksız birşey bu dava da tutunamıyor. o nedenle inayet altında. meşveret toplantısına gelirken hastalanmanızda kaderin bir remzidir diyor ve ekliyorum. gazetemiz ve diğer hizmetlerimiz bir bütündür. demokrasiyi savunurken, belki koruma maksatlı olarak demokrasi dışı bir hareketmiş gibi vehim ve şüphelere düşülebilecek son gelişmeler, belkide diyorum. daha büyük bir musubetten bu davayı Cenabi Mevlam korumuştur. beğensekte beğenmesekte meşveret ve şuuraya dayalı sistemimiz işlemekte, kurum ve kurullarıyla çalışmaktadır. Belkide bizim istemediğimiz bir sonuç çıksada. buradan meşveret ve şuuraya tabi olduğumuzu hatırlatıp, şaşa ve şatavattan uzak Mehdiyi Ahir zamanı temsil eden dava sonuna kadar gidecektir. bu dava bünyesinde bazen nükseden hastalıkları kendi dinamikliği içerisinde iyileştiriyor. son olaylarda bu yapılanma içerisinde çözülecektir. Zaman ve zemin onu göstermektedir. tabiki en iyiyi ve güzeli yakalayacağız. ama herkesin kavrama, yakalama beceri ve zamanlalaması bir olamıyor. Demokrasi kültürü içerisinde meşveret ve şuuraya uyduğumuz müttetce bazen hizmette en ileri olacağız bazende bizden ilerde olmak isteyenler çıkacaktır. hep iktidar kalınmıyor. meşveret ve şuuraya uyalım. yanlışlıklarımız veya eksikliklerimiz varsa onları risalei nur rendesine vuralım ve düzeltelim. KÜSMEK YOK, DARILMAK YOK, BAŞKA BİR EKOL BAŞLATMAK YOK. YOK.YOK.YOK

  2. Avusturya’dan aldım bir hastalık haberi,
    Üzüldüm bu habere duyduğum günden beri.

    Tasarruf eder Rabbim, çünkü O Mülk Sahibi,
    Her bir mülk sahibinin her tasarrufu gibi.

    Şafi-i Hakiki’den şifalar diliyorum,
    Sabır ve şükür ile geçecek biliyorum.

    Ni’metlere gark olduk, hakkımız yok şekvâya,
    Belki bir hastalıkla ulaşırız takvâya.

    Madem ki dert O’ndandır, elbette O’ndan deva,
    Görülen bunca zahmet, gider mi bad-ı heva ?

    Allah merhametlidir, kullarına zulmetmez,
    Çekilen ızdıraplar, inan ki boşa gitmez.

    Her ne kadar zahirde meşakkat ve zahmet var,
    Bu zahmetin ardında hakikatte rahmet var.

    Sabır ile şükür ki, iki müessir tiryâk,
    İstimâl edebilen şifa bulur muhakkak.

    Her şey imtihân için, marâz, musibet, bela,
    Sabretsen kazanırsın ey marâza müptela

    Hiç boşuna görür mü derdi kuluna reva ?
    Ne güzel izah etmiş bunu “Yirmibeş Deva”

    Hastalıklar haramdan, günah kirinden paklar,
    Allah’a yaklaştırır, Mahşer Günü’nde aklar.

    Bazen çok ağırlaşsa, olsa da bir eziyet,
    “Nurun hoş, kahrın da hoş” demek asıl meziyet.

    Kalp, manevi virüsle çökmeden diyor Zeki,
    Bazen İlahi Format atılıyor demek ki.

    Tam bir teslimiyetle faniler bekâ bulur,
    Sabret Mikâil Hocam, sabredenler kurtulur.

    Rabbimden şifa diler, çok geçmiş olsun derim,
    Siz değerli Hocamın ellerinden öperim.

    Şayet olabilirsek Allah’a âbd, hizmetkâr,
    Başka söze ne hacet, işte kâr üstüne kâr

  3. Geçmiş olsun Mikail kardeşim, demekki toplantıdaki olan hadiselerden etkilenen yürek yangınını dindirmek için, açtığın camdan giren hava neticesi, kısmi felç geçirmiş ve hastalığın vakti kaza olunca da şifa avdet etmiş elhamdülillah. Eski toplantılardaki şevk, muhitlerinden gelen ağabey ve kardeşlerin mahallerdeki hizmetleri anlatmaları neticesi, bir vücudun azaları gibi mutlu ve mesrur olur dualar ederdik. Ama şimdilerde yok listeler, yok tüzük tartışmaları neticesinde ve onların kabulü için yapılan tahşidatlar şevkleri kırıyor. Aziz Üstad ne diyor; “Kardeşlerinizi tenkid etmeyiniz, onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmeyiniz. Bir el diğer ele rekabet etmez, göz kulağı tenkid etmez, kalp ruhun ayıbını görmez” ilâhir böyle gidiyor ama biz demekki bir vücudun azaları gibi olamamışız, gövde sanki sadece baştan ibaret, başlar için gövde paramparça ediliyor. ALLAH encamımızı hayretsin inşaallah. Rabbim senin de kalemine, nefesine, sesine kuvvet, sağlık sıhhat ve afiyet versin. Nezdinde Avrupadaki tüm fatihlere, Efelere, umum Nur Talebelerine selâm ve muhabbetlerimi sunuyorum.

  4. Kiymetli yazar ve yorumcular!
    Yeni Asya ekolünün iftiharla dile getirdikleri “tavizsiz cizgi”nin ve “sahabe mesleginin izleri”nin neler oldugunu da söyleyip bizleri aydinlatabilir misiniz.
    Ne yapiliyor da taviz verilmemis olunuyor?
    “Hem de zinde ve derin güçlere karşı taviz üstüne taviz vermenin, değişkenliğin, tanınmaz hale gelmenin revaçta olduğu bir dönemde dik durulmuş, boyun eğilmemiş, eyvallah edilmemiş.” Burada sözü gecen “taviz üstüne taviz”, “degiskenlik”, taninmaz hale gelmek” tabirleri izahata muhtac degil midir acaba?
    Saygilar.

  5. Risâle-i Nur?da müsbet hareketin temeli
    03/12/2008 – 07:42

    Ali FERŞADOĞLU

    ?Müsbet hareket?, bugün dünyayı kuşatan bir ?hizmet? düşüncesinin ana usul ve tarzını oluşturuyor. Bediüzzaman?ın vefatından önce vermiş olduğu en son ders, ?Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir?1 şeklindedir.

    Talebeleriyle birlikte çeşitli eza, cefalara maruz bırakıldığı, çok ağır ve şiddetli muâmelelere tabi tutulduğu halde; kendisine kötü davrananlara, işkence edenlere karşı şöyle bir müsbet yol izler:

    ?Bizim vazifemiz onlar hakkında yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize eza ve cefa edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslenmemesini ve onlara mukabil Risâle-i Nur?a sadakat ve sebat ile çalışmalarını tavsiye ederim.?2 Bu anlaşılması güç bir müsbet harekettir!

    Bediüzzaman?ın müsbet hareketinin anahtar kavramlarını şöyle maddeleştirebiliriz:

    * Allah rızasını kazanmak için sırf iman hizmetini yapmak,

    * Vazife-i İlâhiyeye (Allah?ın işine) karışmamak, sonuç ne olursa olsan razı olmak.

    * Âsâyişi (emniyeti) muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıyı sabırla, şükürle kabul etmek.

    * Dahilde asla maddî güç kullanmamak; cihad-ı mânevî (ilim, fikir, ibadet, zikir, tebliğ ve irşad) ile hareket etmek.

    * ?Asıl mesele bu zamanın cihâd-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.?

    * Hem dahildeki cihad-ı mânevî, mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır.

    * Mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek ve dış tehlikelere karşı kullanmak içindir.

    * ?Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez?3 Kur?ânî prensibiyle, bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes?ul olamaz.

    * Vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz.

    * Tiryakilik, görenek, itiyat (bağımlılık) zarurî olmayan ihtiyaçları zarurî durumuna çıkarmış. Halbuki sû-i ihtiyardan, gayr-ı meşrû meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Bunları elde etmek için, müsbet hareket terk edilmemeli. Ve bid?alara düşülmemeli. Şu halde, bid?acıların da müsbet hareketle, lütufla ıslâhına çalışmak, asla hücum edip menfî harekete girişmemek.

    * ?Ehvenüşşer? olarak değerlendirip bazı bîçâre yanlışçıların hatâlarına hücum etmemek.

    * Müsbet hareketi önleyen bu zamanın bir hastalığı daha var: Benlik, enaniyet, hodfuruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştahı, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risâle-i Nur?un Kur?ân?dan aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfuruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin. ?Madem mesleğimiz âzamî ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâkî bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek âzamî ihlâsın iktizasıdır.?

    Özetle; Bediüzzaman, toplumun ve insanlığın huzur ve güveni için asla menfî hareketlere, şiddete, anarşiye girmemeye ve toplumun huzurunu bozacak davranışlardan kaçınmak için ?müsbet hareket etme?ye çağırır.4

    Dipnotlar:
    1- Emirdağ Lâhikası, s. 455, 2- Emirdağ Lâhikası-II, s. 80-81., 3- En?am Sûresi: 164., 4- Emirdağ Lâhikası, s. 458.

    Yeni Asya

  6. Başından bulasın !

    Hazret-i Üstad, 1943 yılında Denizli Mahkemesi öncesinde, Kastamonu?dan Isparta?ya götürülmek üzere, Çankırı üzerinden karayoluyla Ankara?ya getirilir. Ankara?ya vardıklarında Samanpazarı semtinde mütevazi bir otele yerleşir.
    Üstad Hazretlerinin Ankara’ya geldiğini öğrenen dönemin Ankara valisi Nevzat Tandoğan, Üstadı polisler vasıtası ile vilayete getirtir.

    Vali Tandoğan maddeten eli kolu bağlı, garip, misafir ve yolcu olan Bediüzzaman Hazretlerinin başına zorla şapka koymak ister. Tandoğan’ın şu münasebetsiz, kanunsuz davranışıyla, din ve dini akide ile alay etmek ve tahkir etmek hedefi apaçıktır.
    Vilayet makamında, şapkayı Bediüzzaman?a giydirmek için yaptığı konuşma sırasında , onunla Üstad Bediüzzaman arasında şiddetli münakaşalar cereyan eder.Konuşmalar sonunda haksızlığı açıkça ortaya çıkan Nevzat Tandoğan ,Cebri ve Kanunsuz isteğini, zorla yapmak ister. Bir polise veya odacıya yirmibeş kuruş vererek dışardan bir kasket aldırır ve Bediüzzaman?ın başındaki külaha işaret ederek ?Onu çıkar, bunu giy!? diye zoraki teklifte bulunur.
    Hazret-i Bediüzzaman ise, boynunu göstererek :?Bu külah ancak bu Baş ile beraber çıkabilir? der, reddeder.
    Gözü dönmüş Vali, bu defa şapkayı eline alarak , bizzat kendi eliyle Bediüzzaman?ın başına koymaya teşebbüs eder, fakat ellerini kaldırdığında havada dona kalır, bir şey yapamaz, durur.
    Hazret-i Üstad , Vali Tandoğan?ın dine karşı alaycı tavrı ve şahsi kin ve iğbirarının bir tezahürü olan bu bedbahtça davranışından çok rahatsız ve müteessir olur. O halette Valiye dönerek:
    ?Hey bedbaht, ben sizin bin senelik ecdadınızı temsil ediyorum, Onların bir varisiyim. Senin bu hareketin keyfi ve küfridir.?
    dedikten sonra şöyle beddua eder:
    ?Başından bulasın!…?
    Bu hadiseden aylar sonra, Temmuz 1946?da psikolojik problemler içinde bocalayan Vali Nevzat Tandoğan, kendi eliyle kafasına tabancayı dayayıp intihar eder.
    Bilahare Hazret-i Üstad Emirdağ kazasında bulunduğu sıralarda bu intihar hadisesini duyduğunda şöyle demiştir:
    ?…Hem Abdurrahman Selahaddin?in medar-ımektubunu ve bana şapka için Ankara?da sıkıntı veren Vali Nevzat?ın intiharıyla, kendi tokadını ve cezası kendi eliyle verilmesini…?
    Yine aynı mevzuda;Üstadın Hey?et-i vekileye ve Meclis başkanlığına yazdığı dilekçesinin haşiyesinde şöyle demiştir:
    ?Yalnız beş sene evvel Ankara Valisi Nevzat bey, cebren kıyafetime ilişmek istedi.Hem muvaffak olamadı, hem kendi kendini intihar etmekle tokadını yedi…?

  7. Faruk Çakır – Yeni Asya
    2008-12-04

    ——————————————————————————–

    Baykal ?miras?ı reddedebilir mi?

    CHP Genel Başkanı Deniz Baykal?daki ?değişim? dikkat çekiyor. Yakın geçmişte, Başbakan Erdoğan ile başlattığı tartışmada da Meclis kürsüsünden değişik ?fetva?lar vermişti. Bazı yardım derneklerinin hataları üzerine de ?İslâmda yardım, din istismarı, din duygusunu kötüye kullanmak, samimi dindarlık? gibi kavramları kullanarak da dinî yorumlar yapmıştı. Aynı şekilde, başörtüsü yasağıyla ilgili olarak da ??Türban Kur?ân-ı Kerim?in emri değildir? demişti.

    Tabiî ki Türkiye?de yaşayan bütün siyasetçiler, dinî konularda da bilgi sahibi olmalıdır. Ancak bu konularda fikir beyan ederken yaptıkları ile sözlerinin birbirini tamamlaması beklenir.

    Salı günkü grup toplantısında konuşan CHP lideri Baykal yine şaşırttı. Baykal, insanların kılığını-kıyafetini, ??devlete meydan okumak?? diye anlamanın, bir saplantının sonucu olduğunu söyleyerek, ??Herkes, kendini o saplantıdan çıkaracak?? demiş.

    Baykal?ın dile getirdiği tesbit, elbette doğru. Ancak tam yerine geldiği için hatırlatmak lâzım ki, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, sırf başörtülü olarak milletvekili seçildiği ve o kıyafetle TBMM?ye girdiği için Merve Kavakçı?ya şöyle kükremişti: ?Burası devlete meydan okunacak yer değildir! Bu kadına haddini bildirin!?

    Kelimesi kelimesine böyle olmasa da, mânâ olarak bu sözler sarf edilmişti. ?Bu sözü söyleyen Ecevit ise Baykal?ın kabahati ne?? diyenler olabilir. Her iki siyasetçinin de pek çok ortak noktası vardır. Bir defa ikisi de meşhur ?tek parti?nin genel başkanlıklarında bulundular. Ayrıca Ecevit?in TBMM?de sarf ettiği ve tarihe ?kara bir leke? olarak geçen bu sözü, Baykal?ın da içinde bulunduğu CHP?liler ayakta alkışlamadı mı?

    Baykal, grup toplantısında çok önemli bir itirafda daha bulundu. İlgili haberde şöyle denilmiş: Cumhuriyet döneminde, Atatürk Bulvarı?ndan, kılık, kıyafeti uygun olmayan insanların geçirilmediğini anımsatan Baykal, ??Tek parti zihniyeti oydu. ?Kıyafetini düzelt öyle gel? diyorlardı. Biz siyasî partiyiz. Bir kıyafet tüzüğü, nizamnamesi mi ilân edeceğiz? İnsanları kılık kıyafetine göre yeniden tasnif mi edeceğiz??? sorularını yöneltti. Aşık Veysel?in ölmeden önce Atatürk?ü görmek istediğini, Ankara?ya geldiğini ancak bulvara çıkmasına izin verilmediğini bildiren Baykal, ??Bu tek parti zihniyetini şimdi 2009?a girerken, sosyal demokrat, insancıl bir parti olarak biz mi uygulayacağız??? dedi. (AA, 2 Aralık 2008)

    Çok çok önemli olan bu beyan ve itiraflar da tarihe geçmiş oldu. Demek ki neymiş, Baykal ?Cumhuriyet dönemi? diyor, ama doğrusu ?CHP?nin tek parti olarak Türkiye?yi idare ettiği dönemde? insanlar kılık ve kıyafetleri sebebiyle Ankara?nın bazı caddelerine sokulmuyordu! Şehirlerde kadınların çarşafları jandarmalarca yırtılıyordu. Doğru söyleyen tarih buna şahittir.

    Anlayacağınız Baykal?ınki hem suçlu, hem de güçlü pozisyonu…

    Aslında ?CHP?nin ve tek parti devrinin? insanlarımıza neler yaptığını vatandaş zaten biliyor. Bunların CHP lideri tarafından itiraf edilmesi çok önemlidir. Bu vesile ile teklif ediyoruz: Baykal?ın gündeme getirdiği ?doğru bilgiler? ders kitaplarında da yer alsın. Alsın ki yeni nesiller de Türkiye?nin hangi badirelerden aşarak bu günlere geldiğini bilsin!

    Baykal?ın bugün dile getirdiği itirafları, dün hatırlatanlar ?vatan hainliği? ile suçlanırdı… Kaderin cilvesine bakın ki, ?oy kaygısı? insanlara neler yaptırıyor… Demokrasinin gücü işte bu…

    Keşke yeni CHP, ?tek parti devrindeki CHP?nin yaptığı diğer yanlışlar sebebiyle de milletten özür dilese… Aslında gerilimin düşmesi biraz da buna bağlı. Haydi hayırlısı…

  8. Sahin Tokmak beyin göndermis oldugu Ali Fersadoglu’na ait yazi kismen sorumuza cevap veriyor fakat BURAK CAN beyin ne anlatmaga calistigini bir türlü cözemedim.
    Anlatmis oldugunuz Vali Tandogan hadisesi ve Faruk Cakir’dan alinti yazi neye binaendir acaba?
    sorduklarima tam manasiyla cevap alamadigim gibi yapilan yorumlarla yazarin yazisi arasinda baglanti kuramadim!

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*