Uğurlu bir Köy

Image

Ahirzaman Müceddidi’nin, Erek dağından ve Van Kale’sinden uzanan engin ve nurlu bakışlarıyla buluşarak huzur ve sükuna kavuşan Van Gölü’nün dalgalarını, şarkın yalçın kayalıklarının rüzgarlarını, Trabzon’un dere ve tepeleriyle kucaklaştırmak, maddi sebepler tahtında imkansız gözükse de, bunun manen gerçekleştiğini manevi gözleri açık olanlar gördüler.

Trabzon’a seyahatlerimin üçüncüsü farklı ve anlamlı mesajlarla yüklü oldu. Bu mesajları ve çağrışımları bu seyahate yükleyen sebepler arasında, şahsıma ve kalemime düşen hisseler, Erhamürrahimin’in gizli ve tükenmez hazinelerinde saklıdır.

 

 

Seyahat sözcüğüne bakarak, Trabzon’a turistik geziler yaptığımız akla gelebilir. Ama öyle değil, her üçü de öyle olmadı.

 

 

Birincisi bir “imtihan” bahanesiyle, bir dostumun evinde bir iftar yemeği ve bir gece misafirlik… İkincisi Trabzon’dan Van’a “gelin” getirme macerası… Bu sonuncusu da bir “taziye” münasebetiyle gerçekleşti…

 

 

xxx

 

 

Uğurlu Köyü’nün Yeni Mahalle’sinde, sıra sıra dizilmiş hanedan evlerinde, minareli camide ve hemen yanındaki aile mezarlığında hüzün, ümit ve iman iç içe ve göğüs göğüseydi…

 

 

Yeryüzü yaza vedaya hazırlanırken, hazan ve hüzün mevsimi de ekşi fakat merhametli sadalarıyla “geliyorum, hazırlanın” diyordu…

 

 

Aslında bu “hazırlanın” uyarısı kabrin arkası için olsa gerekti. Çünkü bu dünyada her kışın ardından gelen bahar ve yaz geçicidir ve bir sonraki güz ve kışın habercisidir. Ama kabrin arkasındaki bahara ve yaza nihayet yoktur. Ehl-i iman ve ehl-i saadet için orada fırtına ve kış da yoktur.

 

 

Bir hadis-i şerife göre her sabah bir melaike çağırıyor:

 

“Ölmek için doğarak dünyaya gelirsiniz, harap olmak için binalar yaparsınız.”

 

Bediüzzaman, sergüzeşt-i hayatının mühim bir levhası olarak gördüğü Van hatıratında bir zatın bir fıkrasına yer verir:

 

 

“Eğer dostlardan müfarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın.”

 

 

İki yıldan beridir yakasına yapışan kanser hastalığına karşı iman gücüyle dayanan ablamız da, hasta haliyle en güzel ve ferahlı anlarını yine dost ve sevdikleri arasında geçirdi. Bir anlık ayrılığa tahammülü yoktu. Ayrı düştüğü anda ölümle yüz yüze geleceğini hissetmiş gibiydi.

 

 

Geçtiğimiz Hac mevsiminde, vakfımızca Hacca uğurlanan cemaat arasında o da vardı.

 

 

Tavaf ve sa’y vazifelerinde, Arafat’ta, Müzdelife’de, kâh hayat arkadaşı olan eşine, kâh mü’min kardeşi olan eşime dayanarak yürüdü, yürüdü…

 

Ve nihayet Hakk’a yürüdü…

 

 

xxx

 

 

Adı “Uğurlu” olan bu köy, bu adı aldığından bu yana böyle bir uğurlamaya belki ilk defa şahit oluyordu.

 

 

Sadece burasını değil, temas ettiği her karış yeri uğurlu ve nurlu yapan Peygamber vârisinin nuruydu, Kur’an’ın nuruydu ki; ağaçlar ve tepeler arasında kaybolan ve daracık yolları olan bu beldeyi, farklı yörelerden farklı insanların uğrak yeri haline getirmişti.

 

 

Bediüzzaman, nasıl bir iman kardeşliğinin te’sisine çalışmış ki; Avusturya’dan, İstanbul’dan, Van’dan ve çeşitli yörelerden insanları küçük bir beldede, mü’min kardeşlerinin acılarına ortak ediyor, bir iman ve huzur ortamı oluşturuyor. Profesör muayenehanesini, iş adamı işini ve Doktor başka hizmetlerini bırakarak bu köyün taziyesine koşuyor…

 

 

Van’dan Burdur’a sürgünü esnasında Nur Müellifi’nin de yolu Trabzon’a düşmüştü…

 

 

İlk yola çıkışı jandarma eşliğinde kayıtlı ve kelepçeliydi… Karda, kışta ve Ramazan ayında… Öküzlerin çektiği kızaklarla… Jandarmanın hizmetkâr ve herkesin hayran olduğu bu mutlu mücahidin Van’dan Burdur’a kadar çetin ve zorlu sürgün yolu, kendisi ve insanlık alemi için bir “Cadde-i Kübra-i Kur’aniye” yoluna dönüşecekti ve bu da kendisine ilham edilmişti ki, bu haksiz muameleyi rıza ve teslimiyetle karşılamıştı. Hatta sürgünde yanında bulunan bir Paşanın oğluna şöyle demişti:

 

 

“Babana selam söyle, bu bize yapılan muamelenin sevabını istemesin. Sabretsin, inşallah Sahabe-i Kiramın sevabını alır.”

 

Uzunluğu bir kilometreyi bulan sürgün kafilesinde bulunan şahitler şöyle anlatıyor:

 

 

“Van’dan ayrıldığımızda takvimler 10 Şubat 1926’yı gösteriyordu. Erzurum’dan sonra at arabalarıyla yollara devam ettik. Zigana geçidinde Ramazan Bayramı molası verdik. Trabzon’da yirmi gün kaldık.”

 

 

Bediüzzaman’ın yirmi gün kaldığı Trabzon, elbette ki “uğurlu” ve uğurluların uğrak yeri olacaktır.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*