Asırlık çınar, rahmetli babam…

İsmini taşıdığım rahmetli dedem, 1306 (1890) doğumluydu.

Ben, 22 yaşında iken, 85 yaşında vefat etmişti. Bize, çocukluğumuzdan beri, savaş hatıralarını anlatırdı. “1326’da (1910) asker olduk yavrum. O zaman askerlik 4 seneydi. Fakat bizim askerliğimizin ortalarında; Balkan muharebesi başladı. Ondan sonra; Trablusgarp, Çanakkale, İstiklâl muharebeleri derken, tam 13 sene askerlik yapıp, Yunan’ı İzmir’de denize döküp, Cumhuriyetin ilânından sonra terhis olduk” derdi.

Çok şeyler anlatmıştı. Benim buradaki esas temas edeceğim şey, geçtiğim günlerde rahmetli olan asırlık çınar babamın doğum tarihi ile alâkalı. Babam derdi ki; “Dedeniz, savaştan savaşa girip, çıkmış, 1919’da ordu ric’at ettirilip (dağıtılıp), askerler memleketlerine yollanmış, işte dedenizin o gelişi, benim dünyaya gelmeme sebeb olmuş, 1336 (1920) da, ben doğmuşum.”

Aslen, Ermenek’li olan babam, daha önceki bir iki yazımızda (https://www.yeniasya.com.tr/osman-zengin/hem-babamin-hem-de-benim-gunum_216555 https://www.yeniasya.com.tr/osman-zengin/evimizin-sakalli-cocugu-babam_215032) da ifade ettiğim gibi, rahmetli Zübeyir ağabeyle, hem hemşehri, hem aynı yaşta ve hem de isimleri (asıl ismi; Mehmed Ziver iken, Üstad “Zübeyir” yapmış) ortaktı.

Bize hayatından kesitler anlatırdı, hafızası, son anına kadar çok kuvvetliydi. 1928 senesinde, medrese 3. sınıfa giderken harf inkılâbı yapılmış ve “bizi bir gecede cahil bıraktılar yavrum” derdi. 9 yaşında iken annesi rahmetli olmuş, işte biraz da cehaletten olsa gerek, üvey anne, pek rahat vermemiş. 18 yaşına kadar çok çileli bir hayat geçirip, o yaştan itibaren gurbet ellere çalışmaya gitmiş, yurdun çeşitli yerlerinde çalışarak, o zamanlar yeni yeni olan ziraî makinelerin tamirini öğrenmiş ve o zamanki ismiyle o işlerin ustalarına “makinist” ismi verilmiş ve bu şekilde, askere de gurbet elde gitmiş. “Bizden bir önce gidenlerle, bizden bir sonra gidenler 4 sene askerlik yaptı, ama şükür bizim şansımıza 2 sene düştü” derdi.

Askerden sonra da bir-iki yerde çalışırken, 1945 senesinde, Ankara Belediyesi EGO otobüs işletmesinin açtığı imtihanlara girerek, “makinist” unvanıyla imtihanı kazanmış. Daha sonra bir hemşehrisinin tavassutu ve kader-i İlâhî neticesi, Ankara’lı olan rahmetli annem ile evlenmiş ve o seneden sonra, hep Ankara’da ikamet etmiştir. İkisi vefat eden, 7 çocuk sahibi olmuşlar. Çok itikatlı ve dindar bir insandı. O zamanki fetret devrinde hiç namazlarını bırakmamış. Çocukluğumuzda, beşimizi de dizinin dibine oturtur, namazda okunacak kısa sûreleri ezberletirdi.

Şaka da olsa, yalan söylemezdi. Bu yüzden, rahmetli annem ona, “doğrucu Mehmed” derdi. Bize hep nasihatleri, iyilik ve doğruluk üzerineydi. Konu-komşuya iyi davranmamızı, kötü ve yanlış işler yapmamamızı tenbihlerdi. Çok titiz ve temiz, nezih bir insandı.

Çocukluğumuzdan beri ondan öğrendiğimiz çok güzel şeyler olmuştu. Ortaokula başlayınca giydiğim takım elbise, gömlek-kravat usûllerini öğretmişti. Bir gün bakmış, gömleği iç çamaşırımın içine koyuyorum, “öyle olmaz evlâdım, dışına koyup, pantolonu öyle giyeceksin” dedi. Pantolon kemerlerinin geçirildiği askılardan, en önde olan kısacık olanın ne işe yaradığını bilmezdim (bugün de onu bilmeyen insanları görünce tebessüm ederim) kemeri takarken o küçücük askıyı direkt geçer, kemeri diğerlerine takarak geçirirdim. Bir gün beni görmüş “oğlum, bak bu küçük askı, kemerin şu gördüğün tokasını geçirmek için yapılır” demişti. Kendisi de, piknik ve kıra gittiğimiz zaman bile, çoğu zaman takım elbise ve kravatlı olurdu. Çocukluğumuzun geçtiği 50’li yıllarda, Ankara’da bile çok kimsede yokken, araba almıştı. Yazın her hafta bizi, ya Çubuk Barajı’na, ya da Orman Çiftliği’ne pikniğe götürürdü.

Kendisi teknik eleman olduğundan, biz de ona heveslenmiş ve teknik eleman olmak istemiştik. Bu yüzden, Endüstri meslek lisesine gitmek istedik. Fakat o senelerde imtihanla alınıyordu. Eğer açık kalırsa, normal kayıt da yapılıyormuş. Biz, işin imtihan kısmını bilmiyorduk. Ortaokulu bitirince, normal kayıt için gittik, “kontenjan doldu” diye almadılar, (sonradan girdik tabi de), orada babacığımın, okul müdürüne yalvarışını hiç unutmuyorum. “Müdür bey, ben okuyamadım, çocuklarımın okumasını istiyorum, yardımcı olun” demişti.

1970 senesinde biz, Risale-i Nurlar’la müşerref olunca, cemaati ve arkadaşları çok sevmişti. Hele bir de Zübeyir Ağabeyi öğrendikten sonra, herkesle tanışırken, “Ben Zübeyir Gündüzalp’in hemşehrisiyim. Ahmed Gümüş ile de aynı köydeniz ve uzaktan da akrabayız” derdi. Yeni Asya’nın her tarafını didik didik okurdu. 1987 senesinde geçirdiğimiz müessif bir kaza neticesinde, 60 yaşı içinde vefat eden rahmetli annemden sonra hiç evlenmemiş, evinde yalnız kalıyordu. Bundan 6 sene kadar önce, ihtiyarlığın verdiği zafiyet yüzünden, birkaç gün hastahanede yatıp, ondan sonra da çocuklarında kalmaya başladı. 2018 Nisan ayında yatağa mahkûm olarak hayatını yatakta sürdürdü. Bundan, birkaç sene önce bana demişti ki; “Oğlum, inşallah 100 yaşına kadar yaşayacağım. Allah, 100 yaşında öleni Cennetine koyarmış.”

Ve öyle de oldu. Duâsı tahakkuk etmişti. 99 yaşını bitirip, 100 yaşına başladıktan sonra, 29 Temmuz 2019 sabahı rahmet-i Rahmana kavuştu babacığım.

Allah rahmet eylesin, makamı-mekânı, kabri pürnur olsun inşâallah. Bu hüzünlü günümüzde, bizleri yalnız bırakmayıp, bizzat cenaze namazını kılan, kabirde defin işinde bulunan, arayan, acımızı paylaşan, bütün dost ve arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*