Hadiseleri geriye sarma zamanı

alt

Zamanı geri saramayacağımıza göre… Zaman nehrinde akan hiçbir zerreyi bir önceki haline getirme imkânımız olmadığına göre… Ehl-i hal ve namzed-i istikbal olan bizlere, zamanın ruhuna ihanet edercesine yapılmış yanlışlardan sonra; ya çürümeyi veya yeniden tamir süreçlerini seyretmek düşüyor.

Belki de ahiretin küçük bir numunesi… Bediüzzaman’ın “Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlâl” sözünün zamana yansıması da telâkki edilebilir. Şu yazımızda çerçeveyi çok gerilere götürmeyeceğiz. Meselenin en açık biçimde anlaşılması için bize göre 12 Eylül’ü de bu tabloya dahil etmemiz lâzımdı. Fakat zamane çocuğu sabrı unuttu. Binlerce hakikati magazin kültüre feda ediyor bugün…

Hadiseleri geriye sarmayı, fıtratın dönüşü olarak da okuyabiliriz. Dünya servetini hırsla biriktirenlerin ellerindeki medyaya, zındıka enstitülerinde imal edilen hipnoz, sihir ve manyetizma usûllerine Müslümanların cehaletle dünyevîleşmeleri de dahil olunca, işte gördüğünüz gibi neticesi cehennem de olsa dünya siyasilerî dehşetli tahribatların altına imza attılar: 28 Şubat süreçleri, elimizdeki kısmî demokrasinin de budanması, Washington’dan gelen ittifaklarla siyasetimizin dört boyutlu tutsak alınması, 11 Eylüller, Barzani devleti, Bağdat ve Kandahar’ın demokrasi adına katledilmesi, Ergenekonculuk oyunları, dinî cemaatlerin “algı operasyonlarında” kullanılması, Dolmabahçe pazarlıkları ve Müslümanlara modern bolşeviklerce yutturulan Arap baharı… Her biri kendi alanında bir çerçeve, fakat şu geçen on beş sene zarfındaki büyük manzaranın birer kalın çizgisi olarak sunmaya çalıştığımız hadiselerin tamamı dehşetli bir ibret tablosu teşkil ediyor.

28 ŞUBAT’TAN 11 EYLÜL’E

Devrimcilerin en büyük savaşı doğrularladır. 28 Şubat’ın bir neticesi olan mevcut hükümet ve siyasî kadroların “doğuş hikâyesi” başlı başına bir senaryodur. Parçalanan Refah’tan “Yenilikçilerin” merasimle çıkmalarını hatırlarsınız. Ve sonra sahne alan neoconlar… 11 Eylül’le fitili yakılan global ihtilâl, devrim ve kaoslarda AKP’nin aldığı vazifeler… 11 Eylül’ün bir neocon senaryosu olduğunu Avrupalı entelektüel anladığı halde, Müslüman Türkiye’nin efkâr-ı ammesi bu hususta hâlâ berraklığa kavuşamadı.

Ama daha önceki devrimlerle zalimleri İslâm coğrafyasına yerleştiren ikinci Avrupa’nın, Arap baharı devrimleriyle eski oyuncaklarını kırıp yenilerini ikameye çalıştığını artık herkes anladı.

Saddam, Kaddafi, Bin Ali ve Mübarek’ten son sıranın Beşşar’a geldiği söyleniyordu. Suriye’yi “Yeni Osmanlıların” bir eyaleti olarak gören hariciyemize göre, Suriye rejimi en fazla iki ayda çökecekti. Onlar neoconların ABD ve AB’de kan kaybettiğini, en önemli rükünlerini (Blair, Berlusconi, Sarkozy ve Rasmussen) yitirdiğini ve Birinci Avrupa’nın atağa kalktığını göremediler. Lavrov’u zaten ciddiye almadılar. Onun “Beşşar giderse komşunuzun can düşmanınız PKK olacağını biliyor musunuz?” sorusunu cevapsız bıraktılar. Binlerce elemanlarını hem Doha’da, hem İstanbul ve Ankara’da “Suriye ve Libya gençliğini” sokağa çıkartmak için istihdam ederken, belki de yangının bu denli büyüyeceğini bilemiyorlardı.

AB İLE GİZLİCE SAVAŞ

Bu savaşı Amerikalı neoconlar başlatmışlardı. Rumsfeld’in “ihtiyar kıt’a” sözü hâlâ canlıdır. Sonra da meşhur ailelerin paralarıyla Fransa, Almanya ve diğer AB siyasetlerine müdahale başladı. Euro parçalanıyordu ve herkes AB’nin cenaze merasimine hazırlanıyordu. Fakat öyle olmadı. Rotschild ve neoliberallere rağmen euro ayağa kalktı ve AB tekrar global stratejik mevkiine yerleşti. AB’ye karşı Türkiye dışında Troçkistlerin ve Türkiye içinden Kemalistlerin başlattıkları savaşın, her iki grubun mağlûbiyetiyle sonuçlanmaya başladığını AKP kurmayları görselerdi, şimdi AB basınında bu denli istihza ve tezyife maruz kalmazlardı. Bakalım, zaman AB’nin bir medeniyet ve barış projesi olduğunu derslerle bizim “siyasal İslâmcılarımıza” da kabul ettirebilecek mi?

NETİCE

Fıtrat doğruları terennüm ettikçe, çarpıtılan olaylar yerli yerine oturmaya başladı. Dinin siyasete alet edilemeyeceğini, demokrasinin İslâmla özdeşleştiğini, menfaat üzerine dönen siyasetin canavarlaştığıni, şu ortamda siyasete karışan dindarların dine de büyük zararlar verdiğini, şartları Arap dünyasının şartlarından çok farklı olan Türkiye’nin AB’siz ve Avrupa’sız yapamayacağını, en büyük hilenin hilesizlik olduğunu ve gizlice İsrail ile ticaret yapmanın “Filistin dâvâsına” ihanet olduğunu AKP kadroları, hadiselerin geriye sarımıyla birlikte yeniden ders alıp öğrenirler inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*