İnançlara uygun yaşamak

Dün telefonla 9. Cumhurbaşkanımıza ulaşabilseydik, bu yazıyı yazmayacaktık. Sabah Gazetesi mensuplarıyla yaptığı sohbet çerçevesinde konuşulan türban meselesini, gazete maksatlı bir şekilde öne çıkarmış. Öyle veya böyle halka malolmuş bir şahsiyetin türbanla ilgili fikirlerini okuyunca üzüldüm. Halkın başkanı olmuş, demokrasi kahramanı unvanı almış ve komitacı diktalara karşı çıkmış birisinin, halkın kahir ekseriyetinin arzusu hilâfına görüş beyanına siz üzülmez misiniz?

Sanki Çankaya tepesi veya Etiler’e mahsus bir beyan. Anadolu insanını demokratik olarak ilk temsil eden ve devletin kapısını Anadolu çocuklarına açmış bir başbakan değil de, Boğaz’da doğmuş, Sorbon’da yüksek tahsilini tamamlamış ve Ankara’dan başka Anadolu şehir ve kasabalarını görememiş birisi olarak konuşmuş.

Türban meselesinin siyasî değil, inanç ve kültürle ilgili olduğunu tüm sosyologlar kabul ettiği halde, bizde hâlâ “siyasî simge” ile karıştırılmasına bir mânâ veremedim. New York’taki şahinlerin dinlerini yaşayan tüm insanlara terörist nazarıyla baktığı gibi, bizde de şehir hayatındaki tesettüre “siyasî simge” ve onu takanlara “politik ideoloji” mensupları nazarıyla bakılıyor. Türbanın Anadolu kadınının şehir hayatındaki kimliği olduğunu, bizden başkaları da söylediler. Yani türban, Ümmühan Ananın İslamköy’deki beyaz yaşmak ve patiskadan çiçekli geniş şalvarının; Üsküdar’da, Fatih’te, Kocatepe’deki diğer bir görünümünden başka birşey olmasa gerek. Palandöken eteklerindeki yün çarşaflıya, Ege’de bağda-bostandaki şalvarlıya ve Bursa’nın kasabalarındaki feraceliye “Evet”; onun şehirde okumak isteyen kızına “Hayır” demek olan bu türban yasağını, henüz hür dünya anlayabilmiş değil.

Yıllar önce, yasakların sopa ile devam ettirilmeyeceğini söyleyen ve bu yasakların devam edip etmeyeceği hususunun halka sorulmasının lâzım olduğunu belirten de 9. Cumhurbaşkanımız’dı.

Dürüst kamuoyu yoklamaları ve referandumlarla “Türban” meselesinin üzerine gidildiğinde mağdur olanların yalnızca yedi bin değil, belki beşyüz bine yaklaştığını Beyefendi de göreceklerdir. Zira türban yalnızca üniversiteli kızlarımızın problemi değil. Okuma imkânları olduğu halde, inançlarından ötürü başını açmayan ve ilköğretimden sonra annelerinin yanına çekilenlerin sayısı yüz binlerin altında elbette değildir. Hatta Anadolu’nun on binlerce ailesi kız çocuklarını beşinci sınıftan sonra okula göndermiyorlar. Tesettürün kamu alanında yasaklanmasıyla birlikte istikballeri boğazlarında düğümlenen yüz binlerin hıçkırıkları yalnızca Anadolu’dan gelmiyor. Tesettürle okuma hürriyetine kavuşmuş, fakat sevdiklerinden kopmuş on binlerin hıçkırıkları, ta Melborn’dan Atlanta’ya, Oslo’dan Kahire’ye dünyanın yedi ikliminden işitiliyor. AB ve ABD’deki özel okullarda okuyan liseli kızlarımızın sayısı da on binlerin altında değil.

Süleyman Bey’i, mutlu azınlığın rağmına üniversiteyi Anadolu’daki insanın ayağına götürmesinden dolayı defalarca tebrik etmişizdir. Fakat bugün, kız çocuklarımızın tesettürden dolayı yurtdışına götürdükleri senelik dövizle, tam teşekküllü bir üniversitenin açılabileceğini de belirtmek istiyorum. Bunu mütevazi şartlarımızla hesap-kitap adamına isbata hazırız.

Hür ve demokrat ülkelerdeki insanların, inanç ve değerlerini yaşamalarıyla söz konusu ülkenin bölüneceğini ve orada kavga çıkacağını varsaymak acaba ne kadar doğrudur? “Başını kapatan açana ‘kâfir’ diyecek” mantığıyla hareket ettiğimizde, İslâm dininin tüm pratiğini ‘kamu alanı’nda yasaklamayı gerektirmez mi? Namaz, oruç, hacc ve dış görünüşe yansıyan tüm ibadetleri… İngiltere ve Hollanda gibi ülkelerde Sihlinin başlığı, Hintlinin sarığıyla memuriyet yaptığı bir zamanda, insanlarınıza inançlarına uygun yaşamayı yasakladığınızda, dünya sizinle istihza eder. Hür ve medenî ülkelerdeki “kamu alanı” tel örgülerle çevrilmediğinden, hiçbir misyonunuz “Türban yasağını” Kapıkule’den öte müdafaa edemez.

Biz Süleyman Bey’e, Halk Partililere ilmî ve mantıkî üslûbuyla kök söktüren “Bilge Adam” derdik. Fakat bu bikini, mayo kıyafetiyle “başörtüsü” arasındaki ilgiyi maalesef yanlış yorumladı. Zirâ, hiçbir Avrupa üniversitesinde kızlar mayo ile derse girmiyorlar. Fakat başörtüsüyle girenler yüzbinlercedir. Hem başörtüsü dinî bir mesele. Süleyman Bey’in bunu klasik usûllerle ve geçmişin kalıpları içinde değerlendirmesi “Kedinin hatırına ciğeri” getiriyor. Halbuki halk ‘Bilge Adam’dan bu meselenin hukuk çerçevesinde ve inançlarına muvafık bir tarzda halli istikametinde yardım bekliyor. Dünya kamuoyunun “hukuksuzluk” addettiği bir meseledeki “hakk ve hürriyetler” adamının ısrarını, 9. Cumhurbaşkanımıza yakıştıramıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*