Sağdakileri namaza, soldakileri İslam’a davet

Ezân-ı Muhammedî (asm) İslâm’ın en büyük işâretlerinden, “şeâir-i islâmiye” yâni.

Bir yerde ezân okunuyorsa, orasının bir İslâm beldesi olduğunu anlıyoruz. Günümüzde ise, İslâm beldesi olmayan bazı ecnebî memleketlerde, eskiden açıktan okunmazken, şimdilerde açıktan okunmaya başlanması da oralarda mühim sayıda bir Müslüman nüfusun olduğunun işâreti.

Geçmiş iki büyük dinin, cemaatlerini ibadetlerine, mâbedlerine dâvet ve haber etmek için kullandıkları ilânat vasıtaları, insanın içini de tırmalayıcı; çan, boru v.s. şeklinde idi.

Müslümanlar, Mekke devrinde sayıları az ve ibadet de bir müddet gizli yapıldığından, o günlerde geniş mânâda bir ilânata çok fazla lüzum hissetmiyorlardı. Zaten, Mekke’de de, başka dine mensub insan bulunmuyordu. Aynı millet mensubu;  akraba, ana-baba, kardeş olmalarına rağmen inananlar “Müslüman”, inanmayanlar da, “kâfir, müşrik” olarak  isimlendiriliyordu .

Medine’ye hicretten sonra, başka din mensublarıyla da bir arada yaşanmaya başlandı. Zamanla Müslüman nüfusun çoğalmasıyla, artık Müslümanları ibâdete dâvet edecek bir ilânat, işaret ihtiyacı hissedildi. Yahudi ve Hıristiyanlar’ın kullandıkları âletlerin kullanılmasını teklif edenler olduysa da, bu, Peygamberimiz (asm) tarafından çok hoş karşılanmadı ve insana, insanca hitab edici bir tarzın olmasını arzu ediyordu.

Bir sabah, sahabeden Abdullah bin Zeyd, rüyasında ezân kelimelerinin, kendisine öğretildiğini, Peygamberimize (asm), heyecanla anlattı. Bu, Peygamberimizin (asm) çok hoşuna gitti ve bunu hemen, sesi güzel olan Bilâl-i Habeşî’ye öğretmesini söyledi. Daha sonra Hz. Ömer de, aynı sözleri rüyasında öğrettiklerini beyan etti. Ve böylece, kuvvetli bir işâretle, ezân kabul edilmiş oldu.

Asırlar boyu, bütün İslâm beldelerinde ezân okunagelmiş, bir tek Türkiye topraklarında, maalesef Süfyanî bir fitne ile yirmi beş sene kadar aslından, orijinal hâlinden çıkartılarak okutulmaya çalışılmıştır. Maksad; “Din öldürülecektir, dinsiz nesil yetiştirilecektir!” plânının tatbiki açısından, din ve dini hatırlatan her şey; ezân, Kur’ân, lisân bozulacak, “Türkçe, Türkçe uyum kuralı” saçmalığı ile herşey  uydurulacaktır.

Gûya, ezânı Türkçeleştirdiler. Her kelimesi bozuldu da, niye bir tek “ felâh” kelimesi yerinde bırakıldı?” Hayye ale’s-salâh!” nidâsı, “haydin namaza!” olurken, niye “Hayye ale’l-felâh!” nidâsını Arapça bırakılıp, “haydin felâha!” denildi de, “haydin kurtuluşa!” denmedi?

Çünkü, cinlik vardı da ondan. Müezzin ezân okurken, “Hayye ale’s- salâh” derken sağa, “hayye ale’l felâh” derken de sola döner. Bir bakıma, sağ taraftaki ehl-i salâta, namazın vaktinin girdiğini hatırlatıp, onları câmiye dâvet ederken, bir bakıma da sol taraftakileri, kurtuluşa, İslâm’a dâvet ediyor da ondan bu kelimeyi Türkçeleştirmemişlerdi. Şeytanın aklına gelmez bir şey bu.

Yâni, “felâh”ın kurtuluş olduğunu anlayıp, kurtuluşun İslâm’da olduğunu öğrenenlerin, o tarafa teveccühü olmasın diye yapmışlardı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*