Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim´e arzuhâl

Image
HAŞMETLİ SULTANIM!

“Nasılsınız?” mutad sorusuna dilim varmıyor. Zira cevabınızın “Bîkararım, muzdaribim” olacağını düşünüyorum. Hani, “ihtilâf ü tefrika endişesi, kûşe-i kabrimde bîkarar eyler beni” demişsin ya… İslâm milletinin ihtilâf ve tefrikası ise hâlâ ittifaka ve ittihada dönüşmedi. Bu ihtilâf hastalığı, milletin ruhuna yapıştığından bu yana bütün şiddetiyle devam ediyor. Bunun çaresi olan “İslâm Birliği” ise, takdir edilen zaman ve mekânda, ümmetin ve milletin buna lâyık olmasını bekliyor.

SULTANIM!

Haftalık Perşembe yazısını yazmak için davranırken, ne hikmetse seni andım, seni hatırladım. Belki hiç alâkası yokmuş gibi gözüküyor, ama hemen arz edeyim. Ergenekon dâvâsında yeni dalga haberleri, nazarlarımı oraya çekti. Bugüne kadar, yazılarında Ergenekon’un “E”sine bile değinmeyen biri olarak, ne yazabilirdim ki… Hem E-muhtıra, Emekli Generaller, Encümen-i Dâniş diye diye şu “E” harfi bile neredeyse antipatik bulunur oldu. Eeeh, geçelim öyleyse..

Hemen nazarım İslâm tarihindeki fitne ve nifak hareketlerine kaydı. Ta dört halife zamanından, ta sonraki dönemlerde hilâfetin saltanata dönüşmesi zamanından günümüze kadar İslâmiyetin ve Müslümanların yakasından düşmeyen fitne ve nifak hareketlerine daldım. Bu ahirzamandaki deccal ve süfyan fitnelerini düşündüm. Onlara karşı mücadele veren hakikî İsevîlere, Bediüzzaman’a ve Nur talebelerine yöneldim. Bediüzzaman’ın İslâm Birliği ve İslâmiyet milliyeti için nasıl çalıştığını, bu idealin gerçekleşmesinde Osmanlının ve Türk milletinin rolünü ve misyonunu düşündüm.

“Mekke’de dünyaya gelseydim bile buraya gelmem gerekirdi” diyen Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’un Türkçe olmasının hikmetlerine ram oldum. Ahirzaman Müceddidi olan Bediüzzaman’ın, İttihad-ı İslâm idealinde “seleflerim” dediği isimler arasında senin ismini gördüm. Onun, “Elhasıl, Sultan Selim’e biat etmişim. Onun İttihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o vilâyat-ı şarkıyeyi ikaz etti. Onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır” sözlerine hayran oldum. Kendisine birinci üstad olarak Kur’ân-ı Kerimi ve Üstad-ı Kül Resûl-ü Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ı kabul eden, sadece Hazret-i Ali ve Abdulkadir Geylanî gibi nadir zatlara “üstadım” diyen bir Bediüzzaman’ın, İslâm Birliği idealinde sana biat etmiş olmasında senin büyüklüğünü gördüm. “Siyaset-i İslâmiye ve Şeriat-ı Muhammediye” sahasında müceddidliğine ben de kani oldum.

Sen ki, düşman saldırılarını def etmenin yegâne çaresinin “ittihad” olduğunu beyan etmişsin ve buna da var gücünle çalışmışsın. Sen ki, bu ittihadın tesisine çalışırken, asla taviz vermemişsin. İhtilâfın, fitnenin ve nifakın amansız düşmanı olmuşsun. Yılanın kuyruğuna dokunup onu kendine hücum ettirmek yerine, anında yılanın başını ezmişsin. Sen ki, şehzade Selim olarak Trabzon Valisi iken, şarkta zuhur eden fitneleri teşhis etmiş, padişah babana rapor etmişsin. Ama bu fitnelerin üstüne yürümede onu yetersiz bulunca, o şanlı padişahı, o velî babanı bile tahtından indirmiş, yerine geçmişsin. Hakkın hatırını sultan babanın hatırına feda etmemişsin. Sen ki, Mısır seferinden orduyu vazgeçirmeye çalışan bir vezirini de ortadan kaldırmayı göze almışsın. Şimdilerde ise bir “engerek” yılanı ülkeye ve millete musallat olmuş. Kuyruğuna basıldıkça cıyak cıyak bağırıyor, ama asıl hüner onun başının ezilmesi değil mi? Her neyse, geçelim..

Sen ki, İran’dan gelen fitnenin müsebbibi olarak İran halkını değil, fitnenin başı olan Şah İsmail’i hedef almış, onun üstüne yürümüş, haddini bildirmişsin. O zalimin işini bitirmekle, mazlum İslâm milletinin gönlünde taht kurmuşsun. Seferden dönmeden önce orada kalıcı tedbirler almışsın. İran ve Osmanlı ülkesi arasında, sağlıklı kan dolaşımına, fikir ve inanç dayanışmasına vesile olacak tampon bölge oluşturmuşsun. İdris-i Bitlisî gibi maneviyat sultanlarının desteğini almışsın. Hâlâ o bölgede itikadı ve fikriyatı sağlam aileler vazife başındadır. Gerek İran topraklarında, gerekse doğu illerinde, bilhassa Van’da yerleşik bulunan o ailelerin müsbet duruşları; devlete, millete ve genel asayişe yardımcı olmaları ve onların bilhassa Risale-i Nur yoluyla milletin bütünlüğüne çalışmaları vesikalarıyla meydandadır. O civardaki akraba ziyaretlerimde buna bizzat şahit oluyorum. Şiîlere ait camilerde Sünnîler de kendi usullerine göre, serbestçe ibadetlerini eda ediyorlar. Rahat uyu sultanım. Aşıladığın birlik mayası tutmuştur.

CİHAN PADİŞAHI ŞANLI YAVUZ!

Sen babandan yaklaşık 2,5 milyon km² olarak devraldığın imparatorluk alanını sekiz senede iki buçuk katına çıkarıp 6,5 milyon km²ye ulaştırdın. Batıyla anlaşmalar yaparak doğuya ve güneye yöneldin. Senin doğuya ve güneye yaptığın seferler, İslâm birlik ve dirliğini temin etme maksadına matuf olmuştur. Bunu da hiç şüphesiz manevî canipten emirler alarak yapmışsın. Buna dair çok emareler, tarihin kaydettiği çok menkıbeler vardır ki, Şam’dan Mısır’a doğru Sina Çölünü binbir türlü meşakkatler içinde geçerken, bizzat Resulullah Efendimizin önünüzde yürümesi rivayeti bunlardan sadece biridir. Hutbelerde “Hâkimü’l Haremeyn” olarak anılmanı istemeyip, “Hâdimül Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetçisi) olarak anılma talimatını verdin. Senin bu talimatına hemen uyan hatibi sevdi, sırtındaki kaftanını çıkarıp ona hediye ettin.

Ve senden sonra da hep öyle devam etti. Mukaddes emanetleri ve hilâfet makamını alarak İstanbul’a döndün. Sen sefer ettiğin ve fethettiğin yerleri kendi hallerine terk etmemiş, oraları sağlam ellere teslim ederek dönmüşsün. Oralarda mesele çıkaracak meşhurları ya başka yerlere sürmüş veya kendi yakınında onlara vazife vermişsin.

EY “HADİMÜ’L HAREMEYN” OLAN AZİZ SULTAN!

Sen berzah âleminde, ben dünyadayken bile, sana yönelip seninle hasbihal etmenin lezzetini tattım. Bu iman ve his yakınlığından cesaret alarak, senin de büyük “tezat” olarak ifade buyurduğun “zayıf” hissine kendimce bir yorum yapmak istiyorum. Hani şu Mısır seferi esnasında, çadırına hizmet için giren Türkmen kızıyla ilgili olduğu rivayetine hamledilen; “Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan/ Beni bir gözleri ahûya zebûn etti felek” mısraların var ya… Bence senin gibi İslâm Birliği siyasetinde vazifeli olan bir müceddit için, bunu nefsanî yorumlamak hata olur. Olsa olsa, senin ruh âleminde gizlediğin bir idealinin sevdasıdır, o şekilde tezahür etmiştir. Veya bunun sırrını berzahta ve ahirette öğrenmeye havale edip, rivayetlere göre Şah İsmail’e yazdığın bir dörtlükle arzûhalimi noktalayıp, İslâm Birliğinin gerçekleşmesi bayramında buluşmak üzere… El Baki Hüvel Baki.

Ve… İşte o sanatlı, marifetli, hikmetli dörtlük. Soldan sağa ve üsten aşağıya okuyalım:

Sanma şâhım | herkesi sen | sâdıkane | yâr olur

Herkesi sen | dost mu sandın | belki ol | ağyar olur

Sâdıkane | belki ol | bu âlemde | dildâr olur

Yâr olur | ağyâr olur | dildâr olur | serdâr olur…

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. son dönemlerde yazılarınızı bol bol görmeye başladık.çok memnun oldum.Allah devamını aynı şevkle nasip etsin.Değişik konularda değişik usluplarla meselelere temas ediyorsunuz.Başarılarınızın ve yazılarınızın devamı dileğiyle…..Selam Aleyküm

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*