Nerde kaldın ey sevgili!…

Image
Zamanın; Eğirdir Denizinin sahillerinde, meşhur Haşir âyetini binlerce defa tekrar ettiğin günlere durduğunu biliyor mudun? Sahilden Barla'ya, İlema ve Bedre'ye doğru yükselen bağ ve bahçelerdeki ağaçların Nevrûz-u Sultanîye süslendikleri zamanlarda, mütemadiyen sahillerde, beyabân ve bahçelerde dolaşıyor ve diriliş âyetini terennüm ediyordun.

Elmadan bademe, kaysıdan eriğe o muhteşem ve lâtîf gelinliklerini giyerek denizin eteklerini beyazdan pembeye ve mora süsledikleri zamanların heyecânını biz unutmadık…

Elini Davraz üzerinden batmaya niyet eden güneşin ışınlarına siper ederek uzun uzun garba baktığın zamanları dün gibi yaşıyoruz, efendim…
Baharda geleceğimizi müjdelemiştin… Baharımıza geleceğine de söz vermiştin. Ama biliyorsun ki, bu bahar da senin baharın. Biz yine seni baharımızda baharınla karşılamak üzere Bedre Koyunda, Barla ve Eğirdir sahillerinde âyet-i haşriyeyi vird edinip temâşâ ile seni bekliyoruz.
Baharları tasvir ederken belki de bu baharımızı düşünmüştün… Küfür buzullarının şimdiden kutuplardan güneye, dünyanın merkezine doğru kayarak eridiği, zemherirlerde günleri basan karanlığın Kur'ân nurlarıyla dağıldığı bu baharımızı tasvir ettiğini yavaş yavaş anlıyoruz. Bu baharın haşri de bir başka oluyormuş, efendim. Cemreler yalnızca havaya, suya ve toprağa düşmedi… Cemrelerin kalplere, vicdanlara ve dimağlara düştüğü bir baharı yaşıyoruz.
Sizler çok, ama çok çalışmışsınız…
Hulusi Bey ile Hakkı Efendinin açtığı Barla yolu öyle işlek olmuş ki… Medeniyetin en büyük caddelerinden çok daha rahat ve geniş… Baharı öyle değerlendirmişsiniz ki; Santral Sabri, Hafız Ali, Kuleönü Mübarekleri, Sava Kahramanları; Aras, Atabey, Senirkent ve İslâmköy'de toprağa attığınız Kur'ânî dâneler, yalnız Barla'da değil, dünyanın dört bir yanında bara durmuş ağaçlara döndü, efendim… Isparta merkezli yapılan ekimle “Ekim devrimcilerinin” Hıristiyanlık âleminde ve nifak cereyanının İslâm coğrafyasında ektikleri zakkum tohumları çürümüş, ayrık otlarının kökleri kurumuş ve siyah siyah küfür meyvelerini bekleyen yoldaşlarla Kemalistler ölümcül bir yeisle çırpınıyorlar. Bolşeviklerin, materyalistlerin, turuncucuların ve ırkçıların yaptıkları on milyonlarca çalışmalar, sarf ettikleri gayretler ve dünya çapında ektikleri tohumlar boşu boşuna gitti…
Terennüm ettiğin âyet-i haşriye, risâlelerle dünyanın dört bucağına öyle saçıldı ki… Artık Avrupa'nın bütün merkezlerinde, Alplerde, Ren ve Sen kıyılarında, hatta Avustralya'nın Sydney Körfezinde ve Ballarat Yaylasında binlerce Said'in dudakları kımıl kımıl, bu âyeti okuyorlar, şu mevsimde…
Senden sonra dünya öyle şeffaflaştı ki… Haber verdiğin gibi bir köye dönüştü: Çoğu insanların ellerindeki “cep aynasına” benzeyen makinacıklarla nerdeyse Süleyman Peygamberin devrini yaşıyoruz… İhanetler, küfür cereyanları, felâketlerle saadetler çoğunlukla yansıyor aynalara… Cihanı sarsan ahirzaman dinsizliğinin ihanet planlarının çoğu önceden şakirtlerince deşifre ediliyor ve insanlık haberdar ediliyor felâketlerden… Talebelerin, mu'cizevî inkişaf gösteren teknoloji ile lâhikalarını dünyanın en ücra köşesine ulaştırmaya çalışıyorlar.
Küfrün şiddeti bildiğin gibi durmadı, devam ediyor… Cihanı işgale, yazdığın risâlelerin mâni olduğunu biliyorlardı ya… Onun için nurları söndürmeye çalışmışlardı… Söndürmek için üfledikçe Nurlara, parlayarak yükselmiş ve dünyaya yayılmıştı Risâle-i Nur… Bu defa taktik değiştirdiler… Münafıkane yaklaşıp tesirini kırmanın yollarını arıyorlar… “Yeni Nurculuklar” ihdas etmeye başladılar… Şimal cereyanının mazlûm milletlerden garat ettiği paralarla Risâle-i Nur ve hareketi magazinleştirilerek itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Asr-ı Saadet modelini tahrip için, Freudizmi yeni renklere boyayarak Sünnet-i Seniyyenin karşısına koydular.
Kur'ân'a bağlı ve Efendimizin izindeki Risâle-i Nur'un söndürülemeyeceğini, imha edilemeyeceğini ve yasaklanamayacağını söylemiştin ya… Zaman ve hadiseler seni tasdik ederek sür’atlice akıyor, efendim. Global dinsizler İslâm âlemindeki münafıklarla ittifaklar kurup, aynı siperden ve aynı silâhlarla bize ateş ettikleri halde, kâfirlerin mermileri işlemiyor bize… Bütün özellik ve güzelliklerini Kur'ân'dan alan Nurlar, parlayarak kıt'alara dağılıyor bugün… Enver Paşanın Osmanlı misyonu ile dünya Müslümanlarına ulaştırdığı İşârâtü'l İ'caz´ın coğrafyası çoktan aşıldı. Bilemediğimiz nice onlarca dile tercüme edilen Nurların yüzlerce millete ulaşacağını müjdelemiştin. Müjdelerinin çıktığı baharı yaşıyoruz bugün…
Deccâliyetin sinsi hareketini Arap dünyasında püskürten Nurlar, seni bekleyen Nasara âleminde ilim mahfillerinde baş köşeye oturtuluyor: Endülüs'ten Çin'e, Johannesburg´dan Oslo'ya, Yeni Dünyanın kuzeyinden güneyine… Her dilden, her ırktan; dinli dinsiz Allah'ı ve ahireti arayan herkes Kur'ân'dan derdiğin goncalarının peşine düşmüş… Medine kokusunu alan modern metropoller, şarktan garptan Muhammedî rayihanın geldiği tarafa yöneliyorlar… Medinetün Nebî'yi, Şam-ı Şerif'i ve İstanbul'u bakışlarıyla tarayanlar “kurtuluş iksirine” kavuşma gayret ve heyecanıyla seni arıyorlar ey helâket ve felâket asrındaki saadet zamanlarının dellâlı…
Bu bahar bir başka dedim ya… Bahçelerdeki bülbüllerden minberlerdeki hatiplere… Kürsülerdeki ulemadan medreselerdeki talebelere… Nutukların hepsi, hepsi Risâle-i Nur'dan okunuyor bu baharda… St. Petersburg'dan Yakutistan'a… Kurulmuş gül bahçelerinde haşir âyetiyle goncalar açılıyor ve bülbüller cezbe ile cûş u hurûşa geçiyorlar… Küremizin güney etekleri de baharınla kışlarını unuttular… Yazdan sonra tekrar bahara  geçiyorlar… Melbourne ile beraber Afrika ve Amerika’nın güney ülkeleri bahar üstüne bahara hazırlanıyorlar mevsiminde…
Ey şarkın sevgili sultanı!…
Seni bir zemherir gününde koparmışlardı vatanından. Barla'ya hapsedeceklerdi… Yalnızca Barla'da nefes alıp vercektin… Asya ve Avrupa'ya sığmayan şehinşaha Barla'nın dışına çıkışı yasaklamışlardı… İlk gözağrılarının köylerini, İslâmköy'ü, Kuleönü’nü, Sava’yı gezmeyi bir tarafa bırakın, bir nefes ötedeki Bedre'ye bile müsaade etmemişlerdi. Yarasa bakışlı, baykuş ötüşlü ve örümcek ağlarıyla dimağlarını düşünceye kapatmışlar, seni Barla'da mahpus, Barla'da sürgün ve Barla'da mahkûm biliyorlardı…
Heyhât, onlar senin coğrafyanı bilmiyorlardı… Bahr-ı Muhît-i Asya'dan Bahr-ı Muhît-i Garba, Hint denizinden Atlantis'e, Mağribe… Orta Asya'dan, Yeni Dünyadan Aborjinler diyarına uzanan bütün coğrafyalarda ayak izlerini gören, ismini duyan ve etrafında halelenen sevgi dalgalarına şahit olan karşıtların… Şimalden Ankara'ya… Bütün düşmanların üzüntülerinden kahroluyorlar, bu baharda sultanım…
Sevgili Seyda!
Bu baharı sensiz geçirmek istemiyoruz… Eserlerinin gülistana çevirdiği bütün coğrafyalar seni bekliyor… Capstadt'daki binlerce talebene Latin Amerika'daki mazlûmlar eşlik ediyor. Her yerde seni soruyorlar ve ne zaman teşrif edeceğini heyecanla merak ediyorlar. Yalnızca kalpleri haşir âyetiyle ihya olanlar değil; harıl harıl Zülfikar’ı okuyan Vatikan ve Almanya'ya Amerika eşlik etmeye başladı. Bu baharda Avrupa'yı saba rüzgârı gibi bir baştan bir başa okşayıp geçerek Hıristiyanların uyumuş kalplerini nefesiyle dirilten Mesih, senden bahsetmiş. Mesih'i Nasara'da kovalayanlar, onu bugün Paris'te, Londra'da, Brüksel ve Berlin'de arıyorlar… Fakat O dâvâsından ve zaferinden o kadar emin ki… Zira O seni ve şakirtlerini çok iyi tanıyor… Güzel kıt’anın muhteşem baharına senin geleceğini bütün havarilerine bir bir anlatmış. İsevî dünyasında, diller Mesih'ten sonra en çok seni konuşuyor ve merakla seni bekleşiyorlar.…
Bahar diyordun, işte bahar… Barla diyorsan oraya toplanalım. Ama nasıl sığışırız ki… Yüz senelik çınarı dürüp tekrar minnacık çekirdeğe sığdırmaya gücümüz yetmez bizim. Nasıl ve nerde görüneceksen, görün artık… Bekleşen kıt’alara, helecan ve heyecan içindeki insanlığa bir kez de olsa artık görün… Tercih senin… İster Şam-ı Şerif'te, ister İstanbul'da… Halîlürrahman dergâhı da senin, Davraz eteklerindeki Kahramanlar otağı da… Yeter ki kollarını açarak görün bize… Aç kollarını iki yana… Sağ elin Endülüs'e, gölgesi Yeni Dünya ile Toronto'ya düşsün… Sol elin uzansın ta Orta Asya'ya… Çin'e… Şefkatli sineni hissetsin mazlûm Afganistan ile Pakistan… Unutma şehinşahım, destanını Nurlardan okuyanların hepsi baharı bekliyorlar… Senin geleceğin şu baharı yalnızca insanlar ve cinler değil… Dağlar, nehirler… Bastığın topraklardan gözüne ilişen taş ve ağaçlara kadar… Volga, uzun gecelerde senden duyduğu esma virdini hazin hazin zikrederken; şu diriliş baharının, yani geleceğinin müjdesiyle çağıldayarak adeta kendinden geçti. Himalaya, Alpler ve Anden seni görebilmek için başlarını gökyüzüne çıkardılar bu baharda… Üzgün Normandiya sahilleri hasretinle altmış beş senedir başını granitlere çarpıyor. Ve med cezirlerle hüzün ve hasretini teskine çalışıyor. Geleceğini duyunca ayaklarına kapanarak üzüntüsünü arz edeceğini Tuna ile haber vermiş… Nil-i Mübârek ise ta Afrika'nın ortalarından çöl yangınlarına aldırmadan sana doğru yalınayak koşuyormuş.
Bu baharın coşkusu bir başka olacak, efendim… Kur'ân düşmanlarının, müfsit aletlerle bitirdiğini zannettiği gençlik, uğrayacağın her şehrin girişinde, ellerinde Muhammedî güllerin ve onların rengine boyanmış risâlelerinle hoşamedî için seni bekliyorlarmış. “Üstad dede!” diye kuşlarca cıvıldaşan minnacık Said ve Nur'ları sen yalnızca Emirdağ ve Bolvadin'de görmüştün… Onlar bu baharda anneleriyle bütün diyarlarda seni istikbal edeceklermiş. Sefih medeniyetin dehşetli saldırılarına Kur'ân ve ondan süzülen nurlarla mukabele eden hanımları yollarda rengârenk bayraklarla göreceksin, efendim…

Image  

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*