Paris´te Mi´rac…

Image
Belki de yan yana gelmesi zor olan iki kelime… Ufku şimdilik ruha, mânâya ve imana kapalı görünen, sosyal hadiseleri de maddîleştirerek anlamaya ve yaşamaya çalışan Paris’te Mi’rac’dan bahsetmek o kadar zor ki… Eyfel ile Piramitler arasında bağ kurdunuz mu hiç… Sen ırmağının kıyıları da en az Nil sahilleri kadar düz… Musa’nın (a.s.) ilâhını yükseklerde arayan Firavunlar birer fertti.

İhtilâl-ı Kebir ile zincirini kıran materyalizm bütün Peygamberlere başkaldırırken Eyfel Kulesinin temelleri atılmıştı. Belki de firavunluk cemaatleşme dönemine bu tarihten sonra geçmişti. Bazen taşlaşmış bir zulmün heykeli, bazen gösteriş veya riyanın taşlara yansıması ve belki de heva ve hevesin tuvallerde donduğu resimlere dönüşen Paris´i bu defa biraz daha sefih gördük.

Evet, üç-dört yıl önceden biraz daha sefih ve biraz da sefil… İmgelerin, tarihin ve kültürün temsilcisi demeye şahitler lâzımdı. O kadar kirli, sefil ve pejmürde ki… Belki de Avrupa’nın diğer bazı güzel şehirleriyle karşılaştırdığımızdan olacaktı bu yansıma. Belki de sefih ve oyuncu Sarkozy Paris’ten intikam alıyordu. Fransızların ismini sihirbaz koydukları bu adam, sefahette Karls Alattini çizgisinin temsilcisi olduğunu hakikaten ortaya koymuş. Paris’i ahlâksızlık, sefalet ve sefahetin pis akıntıları basmıştı bu defa. Bunu Sen Piyer’in eteklerinde müşahede etmek daha kolaydı. Ak Kilise bile tehdit altında. Bütün bunlar Sarkozy dönemiyle birlikte meydana gelmiş manzaralardı.

Yukarıda tasvirini yapmaya çalıştığımız bir şehirde, göklerin ötesine yolculuğu konuşmak… Allah’a, meleklere, Peygamberlere ve ahirete inanmayanlarla Mi’rac’ı konuşmak… Veyahut bakışları maddede boğulduğundan mânâya tamamen kör olmuş on milyonların teneffüs ederek zehirlettikleri atmosferde Mi’racı maddî örneklerle açıklamak fevkalâde zor olduğundan, Paris’in misafir İslâm uleması Mi’racı yalnızca “ruhanî bir sefer” olarak anlatarak işin içinden çıkmak istemişler. Gel gör ki, Necm Sûresinin başındaki âyetler ve o mu’cizevî yolculuğun detaylarını tasvir eden hadisler, ulemanın eteklerinden tutup, bırakmıyor. Görmemezlikten gelenleri vicdanî ıztıraplara mahkûm ediyor.

Bu hal yalnızca Paris’e münhasır değilmiş. Kemalist ihtilâle yamak olmuş ulema-i su’un izini bilmeden takip eden “Yeni yetme” ulema da, Mi’rac’ı bu yolla felsefecilere anlatmaya çalışıyorlarmış. Bazen minareyi çalmadan kılıfını hazırlayanlar da varmış. Meselâ bu mu’cizevî seferi anlatan hadis-i şeriflere “mevzu,” yani uydurma diyen “yeni ulema,” işi kısa yoldan bitiriyorlarmış. Tıpkı, öldükten sonraki dirilişi kâinat kitabındaki örnekleriyle izah edemeyen Hıristiyan teologları gibi: Haşir ruhanî bir hadisedir!

Paris’teki Mi’rac ile Bediüzzaman Hazretlerinin Mi’rac Risâlesindeki ikinci ve üçüncü esaslarının fenlerle meşgul insanlar için bir kurtuluş tılsımı olduklarını düşündüm. Eşyanın mahiyetinin atlasını dikkatli okuyucularına takdim eden bu bahislerde hangi mevzular işlenmiyor ki… İnsanın mahiyeti, zamanın tarifi ve mahiyeti, yaratılış ve kâinatın yaratılışı, makro ve mikro âlemlerle hâlâ fennin dokunamadığı “esir” maddesine kadar yüzlerce buluşa götürecek anahtar cümleler bilhassa bu iki bahiste izah edilmiş. Bediüzzaman Hazretleri, inanmadıkları halde ve yalnızca Müslümanların kalplerini karıştırmak için şeytanlar gibi Mi’rac ile ilgili konuşmalarımıza kulak kesilen mülhitlere de bu risâlede cevap vermiş. “Yeni ulema”nın enaniyetleri onları maalesef bazen cehalete sürüklüyor. Bediüzzaman´ı okumadan Mi’rac hakkında Selef-i Salihînden ve icmadan farklı beyanda bulunmak cesaret gerektirir. Hepimizin bildiği bir atasözüdür: Cahiller cesur olur…

Paris’te yaşamaya mahkûm ve Bedîüzzaman’ın eserlerine ulaşamamışlar bu hususta belki mazur sayılabilirler. Fakat Anadolu’da yaşayan, Türkçe konuşan ve Risâle-i Nur´un coğrafyasında okuyanların elbette ki bu hususta hiçbir mazereti olamaz. ille de bu yolda insanı yanlış bilgilendirmeye devam edenlerin iyi niyetlerini efkâr-ı amme sorgulayacaktır. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satanların akibeti elbette ki hoş olmayacaktır…

Sefihlerle ilmî münâzara kolay olmaz. Hele kafası da boş ise… Fakat susturulabilirler. Yani ilzam… İkna için dimağın hüşyar olması gerekiyor. Sefahetin dinsizliğe kuvvet vermesini ancak “gadab-ı İlâhî” paklar. Avrupa’nın güney çizgisindeki dinsizliğe tarih boyunca sefahet destek olmuş. Sonra da bildiğimiz hadiseler vukua gelmişler. Bu hususu merak edenler için Malaga ve El– Mira’dan ta Antakya’ya kadarki geçmiş Akdeniz medeniyetleri şahittir. Kimisi taşlaşmış, bazıları yığınlar halinde yere inmiş ve bir kısmı da yeraltı şehirlerine dönüşmüş. Paris, sofestailiğini kuzeyden ve serseriliğini güneyden alıyor. İşte bu kez Paris’i biraz sarhoş gördük. Ne Mi’rac’ı, ne insaniyeti ve ne de hakikî medeniyeti detaylarıyla anlayacak hali yoktu. Eski Paris’i de bildiğimizden bu halin geçici olduğuna inanıyoruz. Saldırgan dinsizlik ile sefih Karls Alattini çizgisinin bu kesişme noktasındaki ittifakları, İnşaallah çok sürmeyecektir.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*