Zübeyri sistem

Bediüzzaman’ın hayatını tarihî perspektifler çerçevesinde dikkatlice inceleyenler, onun 31 Mart mahkemesinde, zalimlere karşı “Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırım.

Şayet zaman-ı mazi canibinden Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim..” diye başlayıp, ”Şayet  müstakbel tarafından…. celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada göstereceğim” diye biten ifadelerinden anlarlar ki, onun hayatı sevgili Peygamberine (asm) iktidaen istikamet üzere gitmiştir. Yaşadıkları her ne kadar üç devre halinde ele alınsa da, zamanın giydirdiği farklı giysilerden başka birşey göremiyoruz. Nurs’tan Urfa’ya uzanan yolculuğunun bütün kareleri aynı sistemi terennüm ediyorlar . Risalelerde bu mana ile alâkalı yerleri teenni ile mütalâa edenler, büyük resimdeki tenasüb ve belâgati net göreceklerdir.

Zübeyrî çizginin -bize göre- Abdurrahman’dan başlayarak Asımlar, Hafız Ali’ler, Hasan Feyzi’ler, Tahirîler ve Zübeyir Gündüzalp’le devam ettiğini görenler, bu çizginin mütemadiyen bir sistemi çerçevelediğini de göreceklerdir.

Kararmış ufuklara kilitlenmiş, ümit içinde mehdi bekleyen milyonları ”ferdiyetten” cemaate, şahıstan “şahs-ı manevî”ye yükselten bir sistemi anlamanın biricik yolu Risale-i Nur’u cemaatle mütalâa ederken; satır satır Bediüzzaman’ı oralarda takip etmekten geçiyor: Onunla kâinat kitabını okuyan kişi, şimal cereyanı ile süfyaniyetin nifak dolu amansız hücumlarına karşı İmam-ı Ali’nin gözetiminde müdafaa meydanlarına yürüme cesaretini gösterecek ve Seyda’dan gelen her mektubu, turfandalığına inanarak kalbine basacaktır. Bediüzzaman’ın bize Kur’ân deryasından sunduklarını zaman, mekân ve teşahhus hudutlarına hapsedenler ise Zübeyrî sistemi asla öğrenemeyeceklerdir..

SİSTEME GELİNCE…..

Sistem bize çoğulu tedai ettiriyor. Birden fazla işlemin bir yapıda oluşması ile birden çok kabiliyet ve istidatların aynı anda bir şahısta tezahürü de sistem manasına tekabül etmez mi?  Yani imkânsızlıklar içinde heyetin işini yapan şahsiyetler manası da. Said Nursî Hazretleri bazı talebelerinde birden fazla şakirtlerinin vazifelerinin ortaya çıkışını bilhassa Kastamonu ve Emirdağ mektuplarında izah ediyor: Tahirî, Hafız Ali, Hasan Feyzi, Sabri, Hafız Mehmet, Hafız Mustafa, büyük ruhlu Küçük Ali ve Re’fet (rahmetullahialeyhim). Bunlarda ve onlara yakın kahramanlarda birçok özellik, iş, organize ve müdebbiriyeti bir arada ahenk içinde götürerek hizmete vesile olmuştur. Sistem mertebesine yükselmiş her bir ağabeyi, Medresetüzzehra’nın nüvelerini taşıyan fertler olarak düşünemez miyiz?

Zübeyrî çizgiyi anlatmaya çalıştığımız geçen yazılarda ifade ettiğimiz üzere Zübeyrî sistemin, Abdurrahman, Asım, Hafız Ali, Hasan Feyzi, Tahirî ve Hafız Mehmet gibi sistemleri de bünyesine topladığını düşünüyoruz.. Nur’a pervane Zübeyr’in, dünyevî memuriyete Afyon’un kara zindanlarını tercih etmesi, yargılanırken Hz. Zeyd ve Hubeyb (radıyallahuanhuma) misali Risale-i Nur’u müdaafası, onun sisteme giderken aldığı mesafelerdir. Üstadın “Hakikî fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyacım zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta’dan o SİSTEMDE birisini isteyecektim” ifadesi Zübeyr’in şahsiyeti aşarak sisteme ulaştığını gösteriyor. Medresetüzzehra’dan Zübeyir sisteminde birisini isteyecek olmasından söz etmesi ise, meselenin Gündüzalp’in şahsiyetiyle mukayese edilmeyecek derecede şahs-ı maneviyeye yükseldiğini bize anlatıyor..

ZÜBEYRİ SİSTEMDE MEŞVERET ESASTIR….

Sıddık-ı Ekber’in izinde, Üstadının vefatının ikinci gününde ağabeyleri meşverete toplayan Zübeyir abi, meşveret ve şûrânın bu sistemin hayatî unsuru olduğunu ortaya koyuyor. Rejimin dehşetli baskısını, tehditlerini ve şantajlarını yok farz ederek, firak ateşinin ciğerleri kavurduğu demlerde  yol haritasını ortaya koymak, ancak Zübeyrî sistemlerde mümkündür. Seyda’nın Emirdağ ve Isparta laboratuvarlarında talebelerine tecrübî olarak ders verdiği meşveretin de çok farklı olduğunu birlikte müşahede edeceğiz.. Ahirzaman dinsizliğinin cemaatleşmiş şahs-ı manevîsine karşı, bu saldırgan güruhu mağlûp edecek Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini çıkarmayı şiar edinen sistemi anlamak ve uygulamak vazifemiz.

Meşveret… Şûrâ.. Müşavere… İstişare… Tedbir ve müdebbir… Bütün bunların gerçekleşmesi ancak ilimle olur. Risale-i Nur dâvâsının meselelerini meşveret edeceklerin, altıbin sayfalık Kur’ânî eserden elbette haberdar olmaları gerekir. Eserlerdeki bilgileri ezberlemenin yeterli olmadığını, dâvâ tüzüğünün en önemli parçalarıdan olan İhlâs Risalelerinden öğreniyoruz. Belki de hakikî ve doğru meşverete ulaşmanın şartlarını Bediüzzaman Hazretleri talebelerine yazdığı mektupların baş taraflarına koymuş. Bu dâvâya gönül verenleri namağlûp eden sırrın o girizgâhlarda saklandığına inanıyoruz. Düşmanca taklit edilemeyecek parolalardır onlar:

“Aziz, sıddık, hakikî, sevgili, mübarek, çok faal, çok halis, çok kıymettar, sebatkâr, hizmet-i Kur’âniyede faal, bahtiyar, vefakâr, azimkâr, hakikat yolunda arkadaşlarım, vârislerim, muhlis, muvaffakiyetli, ciddî, metanetli, vefadar, manevî Medresetüzzehra Nur şakirtleri, Nurun genç kahramanları, Medresetüzzehra erkânları, Nur nâşirleri, sadık ve halis kardeşlerim, hemşirelerim, metin, ciddî, çalışkan, ruhum canım kardeşlerim, hizmet-i Kur’âniye’de muktedir, kuvvetli, alicenab, ey Nurun kıymettar talebeleri ve benden daha bahtiyar fedakârlar, tarik-ı hakta ve berzah seyahatinde ve ahiret yolunda nuranî yoldaşlarım, masum, metin, kahraman arkadaşlarım, hakikî vârislerim, Risale-i Nur şakirtleri kardeşlerim, müstakim, müteyakkız, müttehid, seyahat-ı berzahiyede nuranî yoldaşlarım.”
Mektupların dibacelerinde belirtilen bu sıfatların Medresetüzzehra’da talebe olanların yolunda birer “ilmî paye” gibi durduğunu, meşveret edenlerin bu hakikati devamlı nazarda tutmaları gerekliliğini yine Zübeyrî çizgiden öğreniyoruz. Ortaya külliyatı alıp, heyetleri onun etrafında toplayıp, şahısların şahsî ve münferit düşüncelerini dayatmalarına imkân vermeyen bir meşveret; Zübeyrî çizginin olmazsa olmazı olan bir hakikattir. Mahremlere şeffaf, olabildiğince paylaşmacı, delil ve ispata dayalı, bireyleri şahs-ı manevî makamına yükseltici ve muhabbeti netice verecek bir meşveret. Yani ahir zamanda cemaat şeklini almış deccaliyet ve süfyaniyetin dehşetli şahs-ı manevîsini mağlûp ederek Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini karşı çıkaracak bir meşveret…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*