Zalim, insafsız ve bir askerine ilişildiğinde tüm köy ahâlisini imha edecek kralın, ne askerine ve ne de merkebine ilişmek kolay değildir. 15 Temmuz kalkışması hakkında yazılan – çizileni okuduk. Hem basılı gazete ve neşriyata yansıyanlar ve hem de sorumlu internet gazeteciliğinin ekranlarına düşenleri az çok takip ettik. Yetkililerin itiraf ve beyanlarından gözlemcilere kadar, hemen hemen herkes bu hareketin Türkiye dışında hazırlandığında müttefik. Fakat ilginç olan nokta, eski feylesofların çözemedikleri meseleyi „heyulaya“ dönüştürmesi gibi, hükümetimiz de bu haince kalkışmayı „muammaya“ dönüştürmeyi yeğledi.
Bu muammayı – güya – izah eden yüzlerce görüş ve yaklaşımı medyada bulabilirsiniz. Fakat ekseriyeti, hayatını devam ettirebilecek azalardan mahrum. Yani, yine yüzlerce soru havada kalıyor. Hükümetin bulduğu veya kendisine tavsiye edildiği çözümün, (FETÖ) pek de sağlam olmadığını kendileri de kabul ediyor. Zira, Asyalı ve Avrupalı birçok millî devletin yapısını çözemediği bu „heyula terör“ örgütünün, yalnızca Anadolu kökenli bir harekete mal edilmesi, elbette akıl kârı olmamalı… Şayet bu yapı Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği içindeki karmaşık yapılarla ilişkilendirmek isteniyorsa, bu sentezde Anadolu ayağının çok cılız ve zayıf kalacağı bir hakikat olmalı.
İLKER BAŞBUĞ’UN BEYANI…
Silahlı kuvvetlerimizin en üst komuta ve idare makamına yükselmiş, ordumuzu Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nde de temsil etmiş bu paşamız, cemaat ile irtibatlı subayların tek başına bu kalkışmaya teşebbüs edemeyeceklerini söylüyor. Onun ifadesiyle, onların en rütbelisi henüz yarbay kademesinde olmalı… Kaldı ki, İlker Paşa, Ergenekon (Ordu itibarsızlaştırma operasyonu) hadisesinin mağduru ve cemaate en kızgın generalimiz durumunda… İşte burada, silahlı kuvvetlerimizin en üst düzey rütbelisinden uzman çavuşuna kadar, o gece bu hadiseye katılanların nereden ve kimlerce yönetildiği muamması, kalkışmanın sabahı kadar sıcak ve turfanda bir şekilde bu gün karşımızda duruyor.
Öyle geliyor ki, Nasrettin Hoca gibi hükümetimiz de yüzüğü bir başka yerde aradı veya aratıldı. Devletin arşiv ve beyanlarıyla, devlet ile alakası 1960’lı yıllara götürülen ve 12 Mart’tan sonra ilişkileri yoğunlaşan bu cemaat hakkında hükümetimizin bilgisiz olması asla mümkün değil. 12 Eylül´den sonra Turgut Özal ile başlayan cemaati ihya hareketine katılmamış bir devlet büyüğü de olmadığına göre, en az kırk senelik yanlış ilişkileri ve yapılanmaları yalnızca bir cemaate yüklemenin tarih ve hakikat ile istihza anlamlarına geldiğini düşünüyoruz.
Kaldı ki, hadiseler heyulalıştirildıkça, adalet mefhumu uçup kayboluyor. Cemaat içindeki en masumları, – taraftarlar – çoklukla beyin de görev almışlardan çok çok fazla zulüm ve gadre uğruyorlar. Bu hadisede şeffaflıkla savaşan bir gücün, AKP’yi hem dünyada ve hem de ahirette fevkalade sikintiya sokacak yanlışlar yaptırdığını çoğu insanlar müşahede ediyorlar. Bu arada AKP’nin de parti olarak, bu sürecin organizesinde vazife almış siyasetçiler suçlamalarıyla son derece sıkıntılı olduğunu biliyoruz. Belki de hükümetin eline tutuşturulan kriterlerin temiz ve sağlam olmamasından dolayı, mevcut idare de yanlışlara bulaştırılarak, elleri kolları bağlanmaya çalışıliyor. Cemaziyelevvelleri bilinmeyen çalışma ve ilişkilerden dolayı ateş üstünde tutulanların sayısının binlere dayandırıldığı bir ortamda, hükümetin milletimize faydalı bir temizlik yapması da beklenilmez. İşte bunca karmaşa, meçhuliyet ve oyun kurucularının dehşetli zulüm korkularından olacak ki, hükümet yalnızca kralin semerine ilişebiliyor. Fakat çıkardığı patırtı – gürültü ve oynadığı şovlar, hem kendilerinin ve hem de ülkenin yarınlarına zarar verecek boyutta olduğunu da vurgulamalıyız.
HÜKÜMET BU YAPIYA, BİLİNÇLİ BİLİNÇSİZ YARDIM EDİYOR!…
Fethullah Gülen de fanî bir şahıs. Fakat hükümetin de desteğiyle bu yapının devamı esas alınıyor, gibi. Yani, devlete karşı olan bu hareketin mahiyeti, maksatlı bir şekilde, hem içeride ve hem de dışarıda meçhul bırakılıyor. AKP Hükümeti irade gösterseydi, bu yapının siyaseti ve devleti tehdit eden mahiyeti üç ay içinde kamuoyuna tek tek gösterilebilinirdi. Belki de hükümet, iktidar için aradığı muhayyel düşmanı yakalamış ve geleceğini o labirentlerde inşaya çalışıyor. Hükümetin bu icraatı, hem ülkeye, hem AKP’ye, hem de bu suçlama ile (FETÖ) zindanlara toplatılmış bunca masuma büyük bir zulüm değil mi?
Hâlâ mahiyeti izah edilmemiş ve dünya hukuku nezdinde tarifi yapılmamış bir terör örgütü suçlamasıyla hayatları karartılan insanların halini gördükçe, 1950’lerin başında Senatör Joseph Raymond Mccarthy`in başlattığı cadı avını hatırlamamak mümkün değil. Komünizm düşmanlığının yükselen değer olarak telakki edildiği bir Amerika’da, herkesten önce demokratlar Mccartyzm´e karşı çıkarak cumhuriyetçi senatöre gerekli dersi vermişlerdi. Günümüzde aynı hareketi Siyasal İslamcılardan ve milliyetçi geçinen ulusalcılaradan beklememiz mümkün mü acaba?
Benzer konuda makaleler:
- Bediüzzaman Said Nursî’nin doğduğu ev restore ediliyor
- Demokrasi olmadan asla…
- Şahs-ı mânevî daha metindir
- Dershaneler meselesi
- Devlet mi cemaat mi?
- Şahs-ı mânevî daha metindir
- Cemaat olmanın temel esası: “Ben” değil, “Biz”
- Bağban bağistanını sele verirse…
- İstanbul Sözleşmesi kimin zaferi?
- 12 Eylül´den 11 Eylül´e
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
Kaleminize Rabbim kuvvet versin. Perdeleri aralamaya başlamışsınız. Başarılar diliyorum..
Gayet oturaklı ve mantıklı bir analiz olmuş. Olaylara da yukarıdan bakmışsınız. Devamını diliyorum.
Neden olmasın.Dualar ızdırar diliyle ihtiyacı fıtri şekline dönmüştür sanıyorum.Müslüman her günahı işler ama yalan söylemez diyor hadisi şerifte.Bütün ümidimiz fıtrata yeniden dönüş olacak inşallah.Ümid ediyoruz ve bekliyoruz.
Mccarthyzm… Mükemmel bir benzetme… Hukukun uçtuğu ve adalet yıldızının kaybolduğu mevsim… Çok güzel olmuş…