Hazan veya istiğfar mevsimi

Metropollerin hortlaklara dönüşen korkunç gökdelenlerinden uzakta yaşayanlara ne mutlu…

Yeşili, ağacı ve çiçeği hiç olmazsa yürüyüş mesafesinde bulabilenlere de… Tabiatı çok yakınında taakip ederken, mevsimlerin geliş ve veda merasimlerini seyredebilenlere de ne saadet…

Bu günlerde; hazana uğrayan hüzünlü tabiatı hiç yakından görebildiniz mi? Mevsimin deli rüzgârını bahane ederek, ta zirvelerden nazlı nazlı üzerinize düşen bir çınar yaprağına eliniz değdi mi? Veya ağaçlarla çevrili yollarda yürürken ayaklarınızı okşayan sararmış yaprakları…

İlk bahar mı, son bahar mı, diye sorulur mu hiç? Elbette çoğumuz Nevbahar diyeceğiz. Çok ilginçtir ki; rengârenk örtülere bürünmüş sonbaharın gizlediği imtihanlardan, sakladığı güzelliklerden ve kapılarını açtığı âlemlerden habersizce, yalnızca hüznünü düşünürüz bu mevsimin…

Sekiz ay boyunca geceli-gündüzlü çalışmış ağaçların yorgunluklarını, elbiselerini çıkarırlarken de fark edemiyoruz. ”… Bırakın dinleneceğiz… Müsaadenizle…” derlermiş gibi… Aheste, aheste… Renk renk caddelere ve bahçelere bıraktıkları yorgunca esvaplara, ellerimiz ve ayaklarımız değdiğinde onların yorgunluğunu hissedebiliyor muyuz?

Ve gecenin karanlığından korkarak annelerine koşan çocuklar gibi, uzun beyaz gecelerden kaçışan çiçek ve kelebeklerin toprak altına çekilişlerinin de farkında olamıyoruz. Bir müddet sonra bembeyaz örtüleri ve kendine has karanlığıyla yeşil sayfaları kapatan bir başka alemi bekleyeceğiz. … Tıpkı, kâinatın güneşleriyle birlikte yürüdüğü celalli ve uzun geceler gibi…

Doğum ile ölümün içiçeliğini neden anlatmazlar bize… Doğumuna sabah dediğimiz güneşimiz, akşama nereye gider ki… Tıpkı bizi hüzünlendiren hazan mevsimi gibi… Baharın doğuşu ile güzdeki veda, bütünü tamamlayan parçalara benziyorlar. Veya annemizden doğduğumuza sevinenler neden dünyadan ayrılışımıza üzülürler ki… İşte iç içe doğum ve ölüm… Kâinatımızın güneş v gezegenleriyle doğumları, onların bir gün batacaklarını tamamlamıyor mu?

Ah Tevhid!

Ah bütünü göremeyen idrakim!

Cehaletle bütünü anlayamazsan, deli rüzgarların Tevhid bestesini elbette duyamazsın!…

Ve sekiz aydan beridir yüklendiği kesretten kurtulmaya çalışan çınarı da anlayamazsın. Çünkü; altı boyutuyla dünya seni çevrelemiş. Kesretin yüklediği günah yükünden kurtulmak için mevsimden ders almayı bilemiyorum. Yani boş hayâllerimden, kafa ve kalbime doldurduğum çer-çöplerden veya daha müşahhasça ifade edeyim; günahlarımdan…

İşte tam zamanı… Celal ile esen bir deli rüzgâra gönlümü tutamaz mıyım? Sıtmaya yakalanmış bir hastanın titremesinden daha kolaycı dökemez miyim, kesretimi veya günahlarımı… Titreme veya lerze dışardan nefsime hoş görünmezse de hakikatte ne güzeldir… Eyyübü o yüksek makama çıkaran zamanın rüzgârıyla titremesi değil miydi? Kim zamanında ve içten içe titremiş de muradına ermemiş ki…

Hazan mevsimi menşe-i ahzan mıdır? Sekiz aylık bir beraberlikten sonra dallarından ayrılan yaprakların hüzünlü olduğunu kim söyleyebilir ki… Mevsim yalnızca rebi’ midir ki… Yaz ve kış olmasaydı Nevbahar olur muydu? Doğum ve gençlik kadar güzel değil mi, ihtiyarlık… Yetişkinlerin unuttuğu bu yaşlı çocukların yardımına annelerinin şefkati, elbette yetişemezdi. Fakat, anne sevgilerinin yanında, deryadan bir damla bile sayılamayacak kadar az kaldığı merhametlilerin en merhametlisinin bu çocukları kucaklamalarını kim küçümseyip geçebilir ki… Hele şu ahir zamanda; merhamet ve şefkatin itibarsızlaştırıldığı şu zamanda; Rableri onların acz içinde kalkan ellerini boş çevirmekten hayâ ederim, diyorsa…

İşte çok yakınınızdaki bir parka bu duygularla gidebilmek ve renk cümbüşü içindeki yaprakların, neşe içindeki başlarımıza inişlerini seyretmek ne güzel bir sinemadır, değil mi? Ve bu bahçelerde veya caddelerde; imkânı varsa kırlarda istiğfar tefekkürü içinde yürüyenlere ne mutlu… Bu ağaçları yırtık, eskimiş ve solmuş elbiselerinden kurtararak fıtri esvaplarıyla dinlenmeye gönderen Rabbimiz üstümüzden günah yükümüzü neden almasın ki… Bizi annemizden daha çok sevdiğini söylemiyor mu? Kusurunu anlayıp nedamet edeni affedeceğim, demiyor mu? Bizim bir çınar, bir akasya ve selvi kadar da mı kıymetimiz yok… Hayır… Ahsen-i Takvim’den gelen insana, istiğfar dolu hazan mevsimleri yalnızca kurtuluş ve mutluluk getirecektir…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*