“Allah’ın dediği olur” ifadesinin tahlili

– Kader Risalesi’nin Mütalâası’nın 2. baskı çalışmasından –

Allah’ın “dilediği” ile “dediği” ifadelerinin farklı manalarının olduğunu ifade edelim ki bu makalede “dediği” manası üzerinde kısa tahlilde bulunacağız.

Hemen ifade edelim ki, Kur’ân’da zikredilen İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin tabirleri pek çok İslâm âlimi gibi Bediüzzaman’ın da gündeminde idi.

Said Nursî; İmam-ı Mübin için İlm-i Ezelîden gelen kaderin bir büyük defteri, Kitab-ı Mübin içinse İlm-i Ezelînin kaideleriyle, irade ve kudretinin icadıyla vuku bulan eşya ve hâdiselerin ifadesi manasında bir büyük irade ve kudret unvanıdır, der.

Özetle; İmam-ı Mübin, kader; Kitab-ı Mübin ise kudret defteridir.

İmam-ı Mübin klasöründeki kader, Yirmi Altıncı Söz olan Kader Risalesi’nde; ıztırarî ve ihtiyârî olarak iki kısım hâlinde ifade edilir. Iztırarî (zorunlu) kaderde mahlûkatın ve özellikle insan, cin, melek ve hayvanın iradesi muhatap değildir, yapılması zorunlu ve irade dışı olan fiillerdir. Nefes almak, kan dolaşımı gibi. İhtiyârî kader ise insan ve cinler için söz konusu olup, imtihan aracı olan tercih hakkının verilmesi ile hayra vesile ve şerre de merci (kaynak) olmasını ihtiva eder.

Bu kısa bilgilendirmenin ardından şunu ifade edebiliriz: Aslında gerek ıztırarî, gerekse de ihtiyârî kader alanına giren her işte “Allah’ın dediği olur”. Fakat burada önemli olan husus, ihtiyârî kader alanına giren işlerdeki “Allah’ın dediği olur” manasını, cüz’î iradeyi ortadan kaldıran bir durum olarak algılamamak gerekiyor. Aksi takdirde kulun tercih hakkını kullanması söz konusu olmayacak, imtihanın anlamı kaybolacaktır.

Böylesine hassas bir konuda çok dikkatli olmak gerekir. Ne İslâm’ın temeli olan tevhid akidesine ve ne de kader ve cüz-i ihtiyârî hikmetine aykırı olmamalıdır.

Ehl-i Sünnet âlimlerinin kullandığı ve Kader Risalesi’nde de nakledildiği gibi, Cenab-ı Allah, kulların iradesi konusunda İlm-i Ezelînin bir çeşidi olan kader ile ihtiyârî fiillerin hepsini bilir, ama bu bilmeyi kula verilen tercih hakkını kullanma hürriyeti gerçekliğinden hareketle insanın iradesini etkilemeyen bir bilme olarak anlamak gerekir.

Allah, kulunun sebeplerle yaptığı mücahedesiyle hangi hâlleri yaşayacağını bildiği gibi girişeceği teşebbüsünü ve neticeyi de bilir. İşte bu bilmeler; kul, neyi, nerede, nasıl yapacak ise zaman ve mekân ötesi bir bilmektir. Nasıl olacak, onu bilmektir. Dolayısıyla bu noktadaki “Allah’ın dediği olur” cümlesi, ihtiyârî fiillerin nasıl olacağını bilmesi manasıyla anlaşılır. Yoksa kulun cüz-i ihtiyârîyesini etkileyen, zorunlu olarak yönlendiren bir hususiyet değildir.

Bu yaklaşım, itikatta, hadd-i vasat denilen orta yolun, itidalli olmanın bir ifadesidir ki, ihtiyârî fiillerimizde de, gelecekte neyin olup olmayacağını bilmediğimiz için tedbir ve tevekkülen Kehf Sûresi’nin 23 ve 24. âyetlerince “inşaallah” [Allah dilerse] dememiz vaciptir.

Risale-i Nur’daki şu bilgilendirmeyi buraya not almamız lâzım: “İşte, meşiet-i İlâhiye ile vücuda gelen işlerde ‘İnşaallah İnşaallah’ yerinde, bilerek ‘tabiî tabiî’ demek, ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et…” 1

Vukuunda şüphe bulunan işler hakkında inşaallah denildiği gibi şüphe bulunmayan işler hakkında da inşaallah denilmelidir.

“İnşaallah mü’minim” ifadesini ise, kelâmcıların çoğu imanın kesinliği açısından problemli görmüşlerdir. 2

Duâ babından ifade edilen “İnşaallah Nur Talebesiyim” manasında olan Risale-i Nur’a bağlılığı ifade ve kabulün kesinliğini ifade eden konulardaki kelâmî hükmü de ehline havale etmek, esasen doğru olanıdır.

Allah, en doğrusunu bilendir.

Dipnotlar:

1- Mektubat, s. 289 (20. Mektup 2. Makam). 2- https://islamansiklopedisi.org.tr/insallah

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*