İktisad yok, israf çok..

Japonlar son derece sade, basit, yalın, mütevazi yaşayan insanlardır.

Evlerini mobilya ile, eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekâmül edememiş, hayatın mânâsını anlayamamış, zavallı kimselerdir. Böyleleriyle, “Evini mezat salonuna çevirmiş zavallı” diye eğlenirler. Bir insanın gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.

Vaktiyle Japon ekonomisinin darboğazdan geçtiği, iç borçlar ve dış borçlar gırtlağa ulaştığı sırada, zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar, durumu açık açık ve tehlikeleri ile anlatır. Son olarak da tarihe mal olacak şu beyanda bulunur: “Şu andan itibaren, Allah şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka birşey yemeyeceğim, şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.”

Evet, böyle der ve dediklerini de yapar. En üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durum, toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsama alanına alır.

Bir de ülkemize bakınız; yöneticilerin, toplumdan israftan kaçınmayı ve iktisada riayeti istemeye yüzleri bile yok. Zira kendileri boğazlarına kadar israfa batmışlardır.

Aslında Risale-i Nur Külliyatı’nda her sorumuzun cevabı, her derdimizin devası ve her hastalığımızın çaresi gösterildiği gibi; maddî, sosyal ve hatta siyasî buhranlarımıza karşı tedbir, çare ve ölçüleri de bu Kur’ânî yorumlarda bulmamız mümkündür.

Gençlik Rehberi, Hanımlar Rehberi, İhtiyarlar Risalesi, Hastalar Risalesi ve İktisat Risalesi derken, yüz otuz parçadan ibaret onlarca eser… Yeter ki biz; bir küçük Risale, bir cümle, bir kelime demeyip, onları kelime kelime, cümle cümle hayatımıza taşıyalım ve yaşayalım.

“‘Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer’ hadisinin sırrıyla, kanaat, izzeti intaç eder (netice verir). Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.”1

“İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı ictimâiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer.”2

Yine Bediüzzaman’a göre, sosyal çalkantıların sebebi iki cümledir: Birisi: “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne.” İkincisi: “Sen çalış, ben yiyeyim.”

İslâm âleminde bu iki cümlenin tesirlerinin kırılması da ancak zekât emrinin uygulanması ve faizin kaldırılmasıyla gerçekleşir.

Yeryüzündeki kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız olması sebebiyle, bir bilim dalı olarak iktisat ya da ekonomi; kaynakların daha verimli bir şekilde kullanılabilmesini sağlamak amacıyla kurulmamış mıdır?

Pekâlâ biz, fert, millet ve devlet olarak iktisadî ve ekonomik açıdan sağlıklıbir uygulamanın içinde miyiz? Maalesef hayır!

Dipnotlar:

1-Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 258-260.

2-Lem’alar, 19. Lem’a, 7. Nükte.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*