İşgalin değil, Fethin 567. senesi

İşgal ile Fetih, çok farklı şeyler. İstanbul, ikisini de gördü. Bunlar; Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul Fethi ile, İngiliz lâininin işgalidir.

İşgal, karşı tarafta ya güçsüz, ya da hiç olmayan bir ordunun olduğu zavallı memleketleri zorla ele geçirmek ki, onun ustası da; Avrupa kâfirleri veya Asya münafıklarıdır. Müstemlekeleri, yani sömürgeleri yaptığı milletleri, hep işgal yoluyla zaptedip sömürmüştür. En mühim misal de, Afrika Kıt’ası’dır. Bu uğurda, çok masumun kanını da dökmüşlerdir.

Fetih ise, iki ordunun muharebesi, savaşması neticesinde, mağlûb olan beldenin ele geçirilmesidir. Bunun hem dünya, hem de İslâm tarihinde çok misalleri var. Dünya tarihindeki en mühim Fetih ise, bir çağın kapanıp başka bir çağın açıldığı İstanbul’un Fethidir. Ama bu Fetih hadisesi, başta Yunan olmak üzere, bazı Avrupa devletlerince, “işgal” olarak söylene gelindi. Bizde de, bazen bu ifadeyi kullananlara, “Yunan ağzıyla konuşuyor” derler. Neyse, böyle bir îzah mecburiyetinden sonra, gelelim Feth-i mubinin (rakamın tevafukuna bakın 5-6-7 peşpeşe) 567. sene-i devriyesine…

Bu Fetih işinde, ilk işareti ve müjdeyi, Peygamberimiz (asm) “Konstantiniyye, elbet bir gün fethedilecektir. Onu fetheden emir (kumandan) ne güzel bir emirdir. Onu fetheden asker, ne güzel bir askerdir” mübarek sözleri üzerine çok ehemmiyet arz etmiş, taa ilk Müslüman olan Sahabe-i Kiram (radyallahu anhum) Araplardan başlayıp, bir çok Müslüman milletin hayali olmuştur.

Peygamberimizin (asm) sancaktarı Eba Eyyub el Ensari (ra) da içinde olduğu bir ordu İstanbul surlarının önüne kadar gelmiş. Garip bir vaziyet, ordunun kumandanı da Yezid. “Eyyub el Ensari” onun askeri.

Ve kuşatma yapılmasına rağmen, fetih nasib olmamış, hatta bizim memlekette “Eyüb Sultan” diye bildiğimiz o büyük sahabi, şehid olduğu takdirde, surların dibine defnedilmesini vasiyet etmişti. Ve neticede hastalanarak hükmen şehid oldu. Cenaze namazını Yezid kıldırıp, vasiyeti icabınca, surların dibine defnedilirken, bunu yukarıdan, surların üstünden seyreden Bizans imparatoru kahkaha atarak, kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söyledi. Bunun üzerine Yezid de ona, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm beldelerinde yaşayan Hıristiyanların ve kiliselerin zarar göreceğini söyleyince, kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir.

Tabiî daha sonraki Fetih teşebbüslerinin, Osmanlı cephesindeki ilki, Yıldırım Bayezid tarafından başlatılıp, Fatih Sultan Mehmed’in babası 2. Murad’a kadar devam etmiş, ama hiçbirine nasib olmayıp, Fatih Sultan Mehmed’e nasib olmuştur.

1973 senesinde, 20 yaş içinde bir gençken yazdığımız (o zaman, o yaşta düşünmeyi nasip etmiş Allah) ve her sene 29 Mayıs günü hatırladığım, Fetih destanını da nazarlarınıza havale ediyorum.

FETİH VE FATİH

“Muhammed” Sûresi’ni okuyordu Sultan Murad Han.

Haber geldi, dediler ki; “Bir oğlun oldu ey Sultan!“

Kaldırdı elini göklere, duâ etti Rabbine.

Salâvat getirdi sevinerek, hem de Habibine.

“Ya Rab!” dedi. “Okuyorken Muhammed Sûresi’ni,

Haber geldi oğlumdan, işittim onun sesini.

Hamdolsun Sana. Ben de ‘Muhammed’ koydum ismini.

Ayırmasın O, İslâma feda etsin cismini.

“Ey Allah’ım! Bundan sonra Fetih Sûresi geliyor.

Nasib et ona…. Bütün Müslümanlar bunu diliyor!”

Diyordu adeta o, lisan-ı haliyle bunları.

Koşturdu fetih peşinde, bu yolda çok Sultanları.

Büyüdü Şehzade Mehmed, geldi on dört yaşına.

Bıraktı babası, devlet idaresini ona.

Fırsatı ganimet bilen düşman sevindi buna.

Hücum etti devlete, hem saldırdı ordusuna.

“Baba!” dedi. Sultan Mehmed. “Durum tehlikededir gel!

Terk etme devleti, küffar vatana atıyorken el!”

“Oğul!” dedi, koca Murad. “Bundan sonra Sultan sensin!

Gayret et biraz, sen küffara kolay vatan vermezsin!“

“Madem” dedi, “Sultan benim, emrediyorum sana!

Çabuk gel! Girmeden hain düşman aziz vatana.”

Koştu Murad Han, geldi tekrar devletin başına.

Şaşırdı küffar! Hiç akıl erdiremedi buna.

“İstanbul fetholunacak!” demişti, Yüce Peygamber.

“Ne güzel ordu onu fetheden, hem ne iyi asker!”

Bunu duyan her Sultan, girişti erişilmez Fethe.

Kimseye nasib olmadı, o dünyada eşsiz belde.

Cenâb-ı Hak, büyük fethi Mehmed’e nasib etti.

O, üstün zekâsıyla, bütün ordulara yetti.

Eşsiz bir şey! Gemilerini karadan yürüttü.

Acâibtir! Hem de atını denizde yüzdürttü.

Bir Mayıs sabahı indi Haliç’e, koca orduyla.

Yıkıldı Konstantinopolis! Güvendiği suruyla.

Karşı koyamadı Bizans, o koca iman seline.

Fetholdu, hamdolsun! Boğuldu, mehter ve top sesine…

Giriyordu şehre Fatih, beyaz atın üstünde.

İman-ilim birleşmişti onun metin göğsünde.

Şimdi âlem şahid olsun, gelsin bunu görsün de,

Gencecik yaşta bir Fatih, bulunmaz böyle günde.

“Fatih!” ünvanına lâyık oldu, Sultan Muhammed Han.

Şükretti. Her zaman hakkı istedi yüce Allah’tan.

“Konstantinopolis” ismini sildi, “İslambol” yaptı.

“Serbest her insan!” dedi. Herkes istediğine taptı.

Bir kilise vardı kocaman, ismi “Ayasofya”.

Cami yaptı orayı. Ne de olsa Fatih’ti ya.

Tarihler yazdı bu büyük fethi, çizdi coğrafya.

Bir çağ değiştirdi. Hem bağlandı, Avrupa-Asya.

“Ya Rab!” dedi Fatih. “Sana mabed yaptım burasını,

Benden sonra gelen kim kaparsa, bulsun belâsını!”

Böyle dedin Fatih, bak şimdi Ayasofya ne halde?

Zincirini kıracak bir el arıyor. Söyle, o nerde?

Ne acaib bir iş, gülüyor âlem-i Nasara.

Onlar mesrur. Bizim kalbimizde açıldı yara.

Ayasofya! Sana vurdular zincir, düştün dara.

Fakat, biter bu dert. Günlerin kalmaz kara.

Açılacaksın artık! Kırılacak o hain eller.

Matemin bitecek! Bir gün üstünde ezanlar inler.

Yakındır küfrün sonu. Bitecek senin hazin çilen.

Yayılıyor nur-u İslâm! Nesl-i âtîdir bu gelen.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*