Kerameti kendinden menkul şeyhler

Dikkat ediyorsanız, son zamanlarda, kerameti kendinden menkul o kadar şeyh zuhur etti ki, şaşırmamak mümkün değil. Önüne gelen şeyhliğini ilân ediyor. Veya “şeyh uçmaz, mürid uçurur “ tabiri icabı, bazı cahil insanların, “şeyh” zannederek peşine takıldığı kimseleri, mübalâğalı bir şekle sokmasıyla, o nev’i şeyhler çoğalıyor. Bir de, üstüne üstlük, o kisveyi kullanarak ahlâksız hâllerde bulunanlar var. Onlar da işin cabası.

Peki, bunların sebebi ne? Bunların sebebi, bin seneden beri İslâmiyet’in sancaktarlığını yapan aziz milletimizin süfyanizm, deccalizm girdabına girerek, bir lâhzada din cahili insanlar hâline getirilmesidir.

Buna, meselâ, kendi yakınımdan bildiğim bir misâlle anlatalım: 1336 (1920) doğumlu, takriben iki sene evvel, yüz yaşında vefat eden rahmetli babam, henüz medrese 3. sınıfta iken (1928) harf inkılâbının yapıldığını ve bir gecede cahil bırakıldıklarını anlatırdı. Bu hâl, çoğumuzun ana, baba, dede ve ninelerinin başına da gelmiştir. Tabiî, bundan sonra fetret devrine giren büyüklerimiz, dinini, dinî malûmatlarını hep kaç-göç usûlüyle öğrenmiş, öğrenmeye çalışmıştır. Dinî boşlukta kalan millet kendilerine göre bir şeylere, bir yerlere vâsıl olmaya çalışmış. Bu vesile işinde de en şanslı insanlar, başta Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri olmak üzere, diğer hakikî mânâdaki din âlimleri ile şereflenenler olmuştur.

Korkunun, insanın ruhuna sindiği o günlerde, “Allah” demenin yasak olduğu o zalim günlerde millet korka korka da olsa, bir şeyler öğrenmeye, birilerine intisab etmeye, irtibat sağlamaya çalışmıştır. Tekrar, rahmetli babamın anlattığı (tahminimce, 40’lı senelerin sonu veya 50’li senelerin başı olsa gerek) bir hatıra daha var. “Evlâdım, biz işte duyduk ki, Kemal Pilâvoğlu (5816 sayılı kanunun çıkmasına vesile olan zat) diye biri varmış, Ticani tarikatının şeyhiymiş, Hacı Bayram’da bulunuyormuş. Ben de arayıp buldum ve bulunduğu yere gittim. O eski Ankara evlerinden birindeydi. Kapıyı çalıp girdim ve Kemal efendiyle görüşmek istediğimi söyledim. Beni içeri aldılar. Bir merdivenle yukarı çıkılıyor, hemen merdivenin girişinde de küçük bir masa, orada birisi oturuyor. Bana sordu, ben cevab verdim. Ne için geldiğimi, ismimi, memleketimi filân soruyor. Ama bir taraftan da, elinin birini masanın altına götürüp götürüp çekiyor. Biraz dikkat ettim, oradan bir kablo yukarı çıkıyor. Neyse, sorular bitti, beni yukarı aldılar. Odaya girince, o kabloyu da merakla takip ettim, baktım şeyhin oraya kadar gidiyor, yukarıda da bir hoparlör. Kemal efendi ben girince ‘Ooo Ermenekli Mehmed efendi evlâdım, hoş geldin!’ deyince, ilkönce bir şaşırdım. Demek, veli birisi ki, ona malûm olmuş benim künyemi okudu zannettim. Ama hemen aklıma aşağıdaki adamın masanın altına elini sokup çıkarmasıyla, yukarıdaki hoparlörü düşündüm. İşi anlamıştım, aşağıdaki adam benim künyemi sordukça, aşağıdan düğmeye basıyor, yukarıya ses geliyor, Pilâvoğlu da dinleyip, keramet gösteriyor gibi yapıyordu. O zaman, onun bir sahtekâr olduğunu anladım, içim ısınmadı. Bir iki kelâmdan sonra yanından ayrıldım.”

İşte, babamın misâli gibi, millet kendine bir şeyh bulmaya çalışmış. Doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e ait doğrulukta olanları bulanlar şanslı iken, diğerleri, maalesef yanlış yollara sülûk etmişler. Bunun neticesinde de, doğruyu bulan, hem burada hem âhirette yaşadı. Yanlış bulan ise, iki âlemde de perişan oldu. Hâlbuki ”Zamanının imamını tanımadan ölen cahiliye üzere ölmüştür” hadis-i şerifine münasib olan asrın imamını bulup, ona tâbî olmak lâzımdır.

Allah, hepimizi, sırat-ı müstakim üzere, doğru yolda giden, şaşmayan, şaşırtmayan hakikî din âlimleriyle buluştursun inşâallah.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*