Yeşil Sol’un “Lale Gül’ünden” bir Ayan Hırsi çıkar mı?

Hikayemizi daha önce işitmeyenler nezdinde, malumu meçhul ile izah gibi bir yanlışa düştüğümüzün farkındayız.

Önce günümüzün hikâyesini kısaca arz edelim. Rızkını kazanmak üzere Hollanda’ya göç etmiş bir Türk ailesinin kızıdır, Lâle… Gurbetçi kızımızı dünya gündemine taşıyan organizeli kapitalist Marksistlerin hedefleri, artık dünya kamuoyunun meçhulü değil. Zira artık açıktan oynuyorlar oyunlarını… Semavî dinleri, insanî değerleri, demokrasiyi, fıtratı ve daha doğrusu insanı karşılarına alarak “İNSANİYETLE” savaştıklarını gizlemiyorlar. Avrupa’ya ilk geldiğimizde bu hücumlar, daha çok feminizm/kadın hakları formatında gerçekleşiyordu. Elbette köprülerin altından çok sular aktı.

Fıtrat ile savaşın yeni cepheleri oluştu: YEŞİLLER hareketinin siyasî felsefesi, Diversty, Queer ve nihayet Sodomilik… FEMİNİZM öyle masum kaldı ki, bu dehşetin yanında. Şu gerçeği de belirtelim. Bu netice itibarıyla “İNSANLIK İLE VURUŞAN“ zümrelerin ilk yuvası ve destekçisi elbette Feminizm idi. Günah olarak Feminizm, bütün bozgunculukların temeldeki ortağı sayılır.

Kızımızın ailesince reddedilmesi, kendisine Ayan Hırsi ve Teslime Nesrin gibi lüks hayatlar ve servetler bağışlanması ve çok yakında Marksist kapitalistlerin aktaracağı paralarla adına bir vakıf ihsas ettirilerek Neoliberallerin hizmetinde çalışması onun bütün bağlantılarının haritasını ve anatomilerini ortaya çıkaracaktır. Bulunduğu ülkenin dilinde kendisini hâlâ güzelce ifadeden mahrum milyonlarca gurbetçi çocuklarımıza karşın Lâlecik, henüz yirmi üç yaşında yazdığı romanıyla dünyanın en meşhurları arasına girmiş. Meşhur sermayedarların ekranlarından bütün Avrupa’ya çeşitli vesilelerle tanıtılması buradaki Müslüman Türk toplumunun dikkatlerini çoktan çekmiş. Belki çok yakında bir edebiyat ödülü de tahsis edilir. Zira yazdığı roman, Hollanda’da en fazla satılan kitap imiş. Biliyorum, bana ”EN FAZLA SATILAN KİTAPLAR” tiyatrosunu hatırlatacaksınız. Global insaniyet, İslâmiyet ve demokrasi karşıtlarının ulusal-uluslar arası ağlarıyla organize ettikleri bu tiyatro ile propagandalarını küreselleştirmeye çalıştıklarını söyleyeceksiniz. Tıpkı, Hollywood senaristlerince kaleme alınmış “KIZIM OLMADAN ASLA” romanıyla İran üzerinden İslâmiyet’in itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı gibi. Zavallı Betty Mahmody… İsim kahramanlığını yaptığı bu kitabın rüzgârıyla bir kitap daha yazmak istedi, fakat nafile… Lâle’nin kalemiyle Hollanda’yı çalkalayan “YAŞAYACAĞIM” isimli kitabın hikâyesine benzer hikâyelerin sayıları, İkinci Avrupa entelektüellerin arasında o kadar mebzul ki… Yeter ki herhangi bir unsur, sosyal vakıa veya şahıs üzerinden İnsaniyeti temsil eden İslâmiyet’e zarar verecek bir çalışma yapıver. Eskiden Rothshild ve aveneleri bu masrafları çekiyorlardı. Şimdi ise, bilişim sektörü aracılığıyla dünyanın en zenginleri arasına yerleştirilmiş Neoliberal sermayedarlar bu işi daha kârlıca yapıyorlar. Para kazandıkları “Millî Devletlerden” kaçırdıkları vergilerle kurdukları vakıflar, bu çok hümanist ve hayırlı! Projeleri finanse ediyorlar. İnşaallah AB komiserleri bundan böyle, bu dehşetli haksızlığa seyirci kalmaya devam etmezler. Yine sadede, yani Hollandaca fevkalâde orijinal ve muhteşem bir edebi esere imza atmış Türkiye kökenli kızımızın hikâyesine dönelim.

Henüz kitabı elime alamadım. Çok yakında, Türkiye’deki Neoliberalizm çalışanları elbette dilimize kazandıracaklardır. Dinimize, kültürümüze, tarihimize ve demokratik değerlere “Geleneklerimiz ve hayatımız” üzerinden nasıl hücum edildiğini, belki de yüzüncü defa okuyacağız ve üzüleceğiz. Neoliberallerin hürriyet ve demokrasi anlayışlarında; başkalarının hürriyetleri tahrip, inançlarına hücum ve insanî değerleri tezyif esas olduğundan; bir edebi eserin meşhur olması da bu tahrip ve çatışmanın boyutlarıyla orantılıdır.

Lale Gül üzerinden “KADIN VE DİN” cephemize hücum eden siyasi partilerdeki Neoliberal ve YEŞİL Marksistler, hemencecik kızımızı şerrimizden kollamak üzere korumaya aldılar. İslâm’a karşı kullandıkları, sevdiklerinden ayırdıkları ve şöhrete kavuşturuyoruz deyip daha sonra paçavra gibi bir tarafa attıkları yüzlerce kadın gibi… Teslime Nesrin örneğinde olduğu üzere. Lâle’nin hikâyesini uluslar arası basından okurken; demokrasiye yabani ve çatışmacı Hollandalı politikacı Wilders’in ismiyle karşılaştık. İlginç olan burada, sağcı geçinen Marksist Wilders’in Lâle meselesinde kimliğini –yani aslında sol- faş etmesi oldu. Ve daha sonra; LBGT ve diğer bütün insanlık karşıtı hareketlere “demokrasi” ile sahip çıkarak Hollanda/ Amsterdam belediyesinin imkânlarını peşkeş çeken Yeşil Solun belediye başkanı Femke Halsema ile yine solun organize ettiği siyasetçiler, yazarlar, gazeteciler ve sözde aydınları bizim Lâleciğe kol-kanat germişler.

Ayan Hırsi, fakir ve arkası kuvvetli olmayan Somali’den geliyordu. Bütün benlik ve varlığıyla kendisini çalıştıranlara teslim olmuştu. Adeta Afrikalı bir köle. Yaptıkları zulüm ve kötülükler nispetinde efendilerinden iyilik gören zavallı birisiydi. Femke’yi yetiştiren vakıf, Ayan Hırsi’yi de yetiştirmişti. Öyle görünüyor ki, Lâle’yi de aynı vakıf organize etmiş. Demokrasi ve Semavî din düşmanlarının projesinde yeterlice çalıştırıldıktan sonra, hayatî tehlike bahanesiyle Amerika’ya gönderildi. Çalışması için bir vakıf verildi. Rüyasında göremeyeceği bir dünya hayatıyla mükâfatlandırıldı, Ayan Hırsi. Lâle’den de bu neticeyi alabilecekler mi, Marksist YEŞİL’in semavî din düşmanları…

Hiç zannetmiyoruz. Dedik ya, köprülerin altından çok sular aktı. Somalili kadının Hollandalı Müslümanlara verdiği zararı Lâle veremeyecek, gibi. Lale üzerinden Asya’yı, İslâmiyet’i, demokrasiyi ve insanî değerleri ne kadar itibarsızlaştırabileceklerini zaman gösterecek. Fakat günümüz şartlarının, Ayan’ın çalıştırıldığı zamanlardan daha zor olduğunu din ve ahlâk karşıtı Wilders kadar Halsema da biliyor. Fakat ne çare; New-York ve Londra’daki proje CEO‘ları bunu uygun görmüşler. Hollanda’nın sembolü olan LÂLE’yi, ASYA ve Türkiye’nin sembolü olan GÜL’den ayırmayı bir defa kafaya koymuşlar. Biz Müslümanlar için fark etmiyor; nihayet her ikisi de fevkalâde güzel çiçeklerdir. Aralarında rekabet olmaz, onların. İkisini de çok severiz. İçine düştüğü insaniyet karşıtı zümrece sevdiklerinden bir şöhret uğruna güllerinden ayrılan LÂLECİK düşünsün. Fakat hem Hollanda solunun ve hem de Hollanda devletinin dikkat etmesi gereken bir nokta daha var… Bütün bu tiyatrolar, hürriyetçi Hollanda halkı ile Hollanda vatandaşı Müslümanlarını karşı karşıya getirmemeli. Hollandalıları İslâm dünyasında mahcup ve zarar görmüş hale düşürmemeli… Femke ile Wilders’lerin içinde bulundukları bu oyunların hem Hıristiyanlara, hem demokrasiye ve hem de dünya barışına da zararlı olduğunu bu vesile ile hatırlatmış olalım… Ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*