Bolşevikler Hamamı

Elbette türkü söylemiyoruz. Maksadımız tellakların kavgalarını hikaye hiç değil. “Dam başında saksağan” diyecekseniz, önce hikayeyi dinlemeniz gerekir. Ankara´nın nisbeten becerikli reisiyle sefahetcilerin “hamam” tartışması medyaya aksedince ister–istemez bazı tarihi hikâyeler, vakıalar ve hakikatler hafızamızda canlanmaya başladı.

Evvela tartışmanın püf noktasını bilmeyen okuyucularımıza meseleyi aktarmak istiyoruz. Ankara´da; belediyece işletilen bir hamama, kadın–erkek beraber müsaade edilmedigi için bazı kemalistlerle modern laikçiler itiraz etmişler. İtirazlarına da Avrupa´daki şehirleri göstermişler. o­nlar tartışa dursun. Evvela, yakın tarihimizde “hamamda erkek-kadın beraberliğiyle” alakalı iki anektod vermek istiyoruz: “ve bilhassa şimalde koca bir devlet gençlik hevesatını elde ederek bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü akibeti göremeyen kir hissiyatla hareket edenler gençlere ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibahe eder, belki hamamlarında erkek–kadın beraber çıplak girmelerini izin vermeleri cihetinde, bu fuhşiyatı teşvik eder.” (Şualar S.412)

Bediüzzaman Hz.lerinin Gençlik Rehberinin haşiyesinden aldığımız iktibastan sonra yine üstadın ahirzamanı anlatan “Fitne-i Ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hakim olamaz” (Feth´ül kebîr 1:315). Hadis-i şerifi tefsir ederken değindiği satırları aşağıya alıyoruz. “…Meselâ Rusya´da hamamlarda, kadın–erkek beraber çıplak girerler. Ve kadın, kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmasından, seve–seve o fitneye atılır, baştan çıkar; ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlup olup, o ateşe sarhoşane bir sürûr ile düşer, yanar…(Şualar S.504) Yukardaki iktibasların Trocki Rusyasını anlattığını elbette anladınız. Freud´un şakirtlerinden Vera Schmidt ve diğer felsefecilerin Bolşevik Rusya´sında yaptıkları denemeler maalesef zamanla yer yer Kuzey Avrupa´da sefih idareciler nezdinde kabul görmüş. Her nekadar Trocki´yi öldürten Stalin; Toplu insan üretim merkezleriyle birlikte, Rus milletinin izzetini ayaklar altına alan bazı ahlâksız projeleri kaldırmışsa da, kısmî tahribatları devam edegelmiş.

Zaman zaman değinmeye çalıştığımız “inkâr-ı ulûhiyet” hareketinin tüm kutsallara başkaldırdığını biliyoruz. Başta semavî dinlerin “günah” kabul ettiklerini ibahe etme (normalleştirmiş), tüm otoriterleri ortadan kaldırma ve sosyal hayatın çekirdeği olan aileyi yoketmeye kilitlenmiş “şimal cereyanının” cinselliği istismarla insanlığa verdiği zarar, Bolşevik Rusya´sıyla sınırlı kalmamıştır. Galiçyalıların çoklukla bulunduğu ve bu dinsiz sefih projelere büyük destek bulduğunu coğrafyalardaki tahribatın derinliğini Moskova´dan daha dehşetlidir. Zira, başta Almanya olmak üzere Danimarka, Polonya ve İskandinav Ülkelerindeki tatbikatta, Rusya´daki gibi metazorî yoktur. Wilhelm Reich gibi cinsel tahribatı dava edinmişlerin; geleneksel hristiyanlığa dinsiz felsefenin teşvikiyle başkaldıran gençlik arasında alev alev yayılmış. Meçhur milletin tüccarlarının imkânlarıyla bu yolda milyonlarca kitap–dergi basılmış. Bolşevizme karşı tavır alan Avrupa hükümetleri daha sonra ahlâksızlığı tervic eden bu kitapları yığın yığın yakacaktır. Felsefenin bu kabil talebeleri, dinsizlik kadar, ahlâksızlıkta da mutaassıptırlar. Kuzey Avrupa´da tutunamayan W. Reich Amerika´ya giderek davasını orada neşreder ve tutuklanır. Canını davası uğrunda hapishanede verir. Bu meseleye örnek olarak, ahlâksız neşriyatın önderlerinden Reuben Sturman´ı da gösterebiliriz. Amerika´daki neşeriyatından dolayı üç sene hapis cezasına çarptırılmasına rağmen, çıkar–çıkmaz yine aynı davasına devam eder. NLP´nin babası meşhur Fritz Perls´in dava arkadaşı Paul Goodman´in de eşcinsellik meselesinde büyük hizmetlerde bulunduğuna da bu hususta önemli bir örnek teşkil eder.

İsimler önemli değildir. Fuhuş ve ahlâksızlık kelimeleri bu husustaki manaları ihtiva eder, kanaatindeyim. Bazı insanlarımız, bu husustaki neşriyatı, çalışmaları ve rakamları, yalnızca ahlâkın bozulmasına, insanın nefsine düşkünlüğüne veya genel bozulmaya veriyorlar. Hadise tüm ayrıntılarıyla incelendiğinde fuhuş ve ahlâksızlığın yaygınlaşması için çalışanların “dava şuuru” ile çalıştıklarını, dünya çapında organize olduklarını, belli merkezlerden çok büyük paralar transfer ederek medyayı ve kamuyonu etkilediklerini göreceklerdir. 1970´li yıllarda üniversite duvarlarına Bolşevikliğin fikir babalarının afişlerini; hapis, zindan ve hatta darağaçlarına rağmen asıp, dinsizlik fikirlerini savunanların halet-i rûhiyesi içinde çalışan günümüz açık toplum enstitülerinin temsilcilerine dikkat etmek gerekiyor. Gerek Avrupa´da ve gerekse Türkiye´de sokak panolarını kirleten ahlâksız resimlerin hakikaten ticarete yönelik olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Zira, hakiki ticaret aleminde o kadar büyük vergiler veren firmalara ulaşamıyorsunuz.

Dinsiz sefahetçilerle, büyük mücadeleci Reisin “hamam” tartışmasının boyutları elbette Ankara ile sınırlı değildir. Bir ucu Wilhelm Reich´ın yaktığı ateşle muzdarip İsveç´te, diğerleri Amerika, Ortaasya ve Batı Avrupa´daki tartışmanın önümüzdeki zamanda dahada hararet kazanacağına inanıyorum. Galiçyalı dinsiz feylosofların iğfalleriyle hristiyan gelenekle bağlarını azıcık koparan Kuzey Avrupa, bu defa “insaniyet” vadisinde dinsiz sefihlerinden intikamını alacağa benziyor. Avrupa ülkeleri içinde nesilce zor duruma düşmeye başlayan Almanya, Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Norveç gibi ülkeler, bu neticeye sebep olan Galiçyalıların kurdukları Berlin, Viyana, Kopenhaag ve Frankfurt mekteplerine gönderilmek üzere faturaları hazırlamaya çoktan başladılar.

Ankara elbette Oslo ile mukayese edilmez. Kuzeyin soğuk ülkelerinin insanlarını Anadolulu müslümanlarla aynı görerek, aynı “sefahet projelerini” bizde tatbik etmek isteyenlerin gabaveti büyük olsa gerek. Wilhelm Reich, demokrasiyi istismar ile meşhur yangını çıkardı. Fakat bizdekiler hâlâ Trocki hayâliyle yaşıyorlar. Yani “sefahet-i mutlakaya” medeniyet ismini takarak, “dinsizliği de rejimin koruması altına” alarak Ankara´da mesafe alınsaydı, hanedan çoktan işi bitirmişti… Zira sefahette, hanedanımız Galiçyalıları arattırmayacak uygulamalarla ünlüdür.

Melih Bey´in mücadelesini ve dikduruşunu Ankaralılar benimsemeselerdi, üst üste seçmezlerdi. Demokrasi halkın arzusuna ittiba ise, elbette başkan haklıdır. Kediye ciğer teslim edilmeyeceği gibi, sefahetle aklı başından uçmuş ve nefsin emrinde dolu dizgin koşan insanlara da ehl-i namusun güzel kızları ve kadınları emanet edilmez. Sayın Başkan haklıdır!…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*