Zındıka komitelerinin oyunu bozulacak

Avrupa’da son zamanlarda sunî olarak yükseltilen “milliyetçilik meselesi” bir kısım insanlarımızı tedirgin ediyor. Avrupa medyasının bu sunî hadiseleri mazi ile münasebetli imişçesine göstermesinden sonra, bazıları “nasyonalizmin” ayak seslerini vehmî olarak işitmeye başladılar.

Burada iki-üç noktayı belirtmeden önce şu hususu vurgulamak istiyorum: Bir köye dönüşmüş dünyadaki hadiseleri birbirinden bağımsız ele alanların yanıldıklarını, dünyada iki müthiş dinsiz ve tahripkâr cereyanın varlığını kabul etmeyenlerin, dünyanın hayatına kastetmiş bu deccal ve süfyan hareketlerine bilmeden yardımcı olacaklarını belirtmek istiyorum.

Mesih’in cemaatinin çoklukla yaşadığı Avrupa’daki son yarım asırlık barış ve sükûneti çok görenler mutlaka tarihî korku refleksini tahrik edeceklerdir. Burada inkişaf etmiş insanlığın ve hakîkî Hıristiyanlığın ilim ve fenle deccaliyetin tahriplerine engel olacağını bilen zındıka komiteleri, bizdeki Menemen ve 31 Mart vakalarının gündeme gelişleri gibi sunî gündemler oluşturmaya çalışacaklardır. Hatta fâil-i meçhûl cinayetlerle efkâr-ı âmme bu istikamete zorlanacaktır. Palme cinayetini işleyenler, bu defa Hollanda ve Danimarka olmak üzere daha başka cinayetlere de tevessül edeceklerdir. Bu kıtada zulme maruz kalmış bir milletin intikam sevdasıyla paralel yürüyen deccaliyetin komiteleri, sunî bir milliyetçilik dalgası oluşturacaktır. Milliyetçiliğin çok negatif anlaşıldığı bu kıtada, milliyetçiliğin yükselişine sebeb olarak buradaki Müslümanların gösterilmesi, hadiselerin faillerinin teşhisi noktasından önemlidir. Hollanda’daki ölümü müteâkiben İngiltere’nin AB’den sorumlu yetkilisinin, Müslümanları suçlaması, İngiltere’nin AB’den niçin rahatsız olduğunu da gösteriyor. Bundan böyle AB ülkelerinin adalete, hürriyete ve temel insanî değerlerin korunmasına yönelmesi, hakikaten zındıkanın bu kıtadaki işini zorlaştırıyor. 11 Eylül’ün önemli bir hedefi olan İsrail işgâline karşı AB ülkelerinin takındıkları tavır, yukardaki fikrimize kuvvet veriyor.

Komite istibdadının demokratlarca kısmen kırılmasını müteakiben Türkiye’de sergilenen senaryolarla, AB süreci içinde Avrupa’da sergilenen oyunlar arasındaki paralellikler, senaristlerin aynı kaynaktan beslendiklerini, çoklukla Yahudileri veya dönmeleri kullandıklarını, mason, Taşnak, Rum-Pontus ve Kemalist hareketleri yardımcı unsur olarak gördüklerini bize açıkça gösteriyor. Amerikancılığa karşı hürriyetçi gençlik kışkırtıcılığı, komünist-milliyetçi çatışması, sağ-sol kavgası, Türk-İslâm sentezciliği, alevî-sünnî ihtilâfı, Kürt-Türk kavgası, Hizbullahçılar ve nihayet laik-antilaik çatışmasına 1950’lerden günümüze uzanan senaryoların, Avrupa’da, bilhassa AB sürecine girildikten sonra aşağı-yukarı bizdeki ile tenasüplü bir şekilde uygulandığını müşahede ediyoruz. Avrupa’da da, bizde de demokratik süreçleri baltalamak, kargaşa ile kaosu oluşturmak, ahlâksızlık, sefahet ve komite diktatörlüğünü oluşturmak üzere yapılan çalışmaların hiçbir tanesi halklardan destek bulmamıştır. Bir türlü kontrol altına alınamayan “kara para akımından” gelen sermayenin beslediği medya ve enstitülerle bu hareketlerin tabanda destek bulduğu izlenimi verdiriliyor.
Burada ince bir fark var: Türkiye’deki zındıka, münafıklıkla ipleri ele geçirmiş ve her yeni gün nifakla komite istibdadını değişik renk ve tonlarda sergileme başarısı elde ettiği halde, Avrupa’daki hürriyet ve demokrasi “deccaliyete” aynı imkânı vermiyor.

Hıristiyan demokratların, deccal komitelerince korkutularak dinden ve temel insanî değerleri müdafaadan uzaklaştırılmasıyla Katolik kilisesi bir hakikati söylemek zorunda kaldı: “Din düşmanı olarak bilinen Yeşiller, Hıristiyan Demokratlardan daha fazla dine sahip çıkıyorlar!”
İşte bu boşluktan istifade eden milliyetçi partilerin son başarıları, yalnızca bir tepkinin sağladığı başarıdır. Sular tekrar sakince mecrasına döndüğünde, hakikaten milliyetçiliğin artık bir tehlike olmadığını, belki Avrupa’da lânetli bir söylem olduğunu herkes görecektir.
Burada Sosyal Demokratların, icraatlarında “sosyal devletten” uzaklaşmaları da boşluğa kuvvet verdi. Bizde 18 Nisan seçimlerinde yüzde 18 rey alan bir partinin, kamuoyu yoklamalarında yüzde 3’lerde seyretmesi de paralel bir resim olabilir.

Avrupa’yı biraz gerilerden takip ettiğimizden hâlâ milliyetçiliğin yer yer kutsandığına maalesef şahit oluyoruz. Hakikî irticanın bizdeki bir belirtisidir.
11 Eylül’le birlikte Amerikan yönetimini uzun ve kamuoyunu kısa bir süre rehin alan tahripkâr komitelerin savaşı Avrupa ile değil, belki Avrupa’da ayak izlerine rastlanan Mesih ve cemaatiyledir.

Önümüzdeki zamanlarda bu savaş biraz daha kızışabilir. Zira AB’deki değer yargıları ve ölçüler—müsbet olanlarını kastediyoruz—dünya milletlerinin ve halklarının kurtuluşlarına yardımcı olacaklardır. Bizdeki AB karşıtlarıyla Amerikadaki Bin Ladin karşıtlarının ortak paydada buluştuklarını akıllarına sığdıramıyorlar. Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek ve İlhan Selçuk’un aynı çizgideki ittifaklarını, geçmişleriyle birlikte değerlendirebilirler. İlim ve fennin hükmettiği şu Avrupa’da; ırkçılık senaryoları, ne son yabancı düşmanlıkları, ne İslâm arkaplanlı Arap terörizmi, bir tesir bırakamadan kaybolacaktır. Humeynî ile başlayıp Bin Ladin’e dayanan menfî propaganda köpüklerini, realite rüzgârları çoktan süpürdü. Bin Ladin imajından istifade ile Filistin’i yutmak isteyen İsrail’in boğazına öyle bir kılçık battı ki, tüm dünyadaki zındıka komiteleri kara para, medya ve gizli işler enstitüleriyle yardıma koşsalar da kurtulmasına imkân yok. Fakat Fransa’da, Benelüx ülkelerinde ve Almanya’da Müslümanlar sulh ve sükûnet içinde yaşamaya devam edecekler..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*