Afganistan’da neoconlar kaybetti

İnşaallah bu gün, biri efkâr-ı ammenin dikkatlerini üzerine kilitleyen ve diğeri de sessiz- sedasızca gelişen iki hadiseyi nazarlarınıza takdim etmek istiyoruz.

Önce Doğudan başlayalım. Güneşin doğduğu zirvelerin arasındaki musîbetzede coğrafya Afganistan’dan… Kırk seneyi aşkındır nice savaş, musîbet ve zulümlerle yüzleşmiş bir halkın başşehri olan Kabil’e; düne kadar Batılılarca terörist olarak nitelenen ve Afganistan’ın önemli bir bölümünü temsil eden Taliban’ın girişi, bilhassa Batı medyasında “dehşet psikolojisi içinde“ izleniyor. Dile kolay… Onlarca senedir öcü ve hunhar olarak Batı’da anlatılan garip kıyafetli insanlar Afganistan parlamentosuna yerleştiler ve askerleri kalaşnikoflarla sokaklarda dolaşıyorlar. Amerika ve Avrupa’daki neoconların inşa ettikleri EL-KAİDE teşkilâtı zamanında ve bilhassa meşhur 11 Eylül hadisesiyle birlikte Afganlılar; uzun sakalları, farklı şalvarları, garip entarileri ve büyükçe sarıklarıyla resimleri her gün Batı medyasında yalnızca çocukları değil; cehaletle malûl nice Avrupalıları da korkutmak için boy boy gösteriliyordu. Zira kurdukları EL-KAİDE’nin başına, Hicaz’da doğmuş büyümüş Usame bin Laden’e de TALİBAN üniformasını giydirip elindeki silâhıyla teşhir ediyorlardı. Çoğu okuyucularımızın gazetemizde mahiyetlerini takip ettikleri şahıslar ve olaylara girmeyeceğiz. Üzerinde durmak istediğimiz nokta, Rassmussen gibi neoconların safında duran siyasilerin entrikalarıyla Afganistan’a sürüklenen NATO başta olmak üzere, Amerika-İngiltere ittifakının dağlarda savaştığı ve yüzlerce askerini ve mühimmatını kaybettiği Taliban’a Afganistan’ı teslim etmesinin arkasındaki sırların anlaşılması olacak. Bunun için de bir müddet sabredeceğiz.

Gördüğünüz üzere, yeni muhafazakâr geçinen Troçkist düşünür Leo Straus’un izinden giden bu ihtilâlci gurup, çatışmasız bir dünya istemiyor. Daha önce alınmış ve alt yapıya muhtaç bir plânı, süreci zora sokacak şekilde ani ve çıplak bir tarzda uygulamaya koydular. İslâmî bir ülkeden ve şeriattan kaçan insan resimleri onlar için başarıydı. Talibanın sözcüleri, bu kadar erken ve kolay olduğuna şaşkınlar. Kurulan tuzakları ve sonradan meydana gelecek hadiseleri, henüz neoconlarla irtibat içine girememiş bir kısım Taliban idarecileri de endişe içinde bekleşiyorlar. Petrol adam Bush’un temsilcisi eski kuklanın (Karzai) devrede olması, sürece neoconların dâhil olduklarının ispatıdır. Bizim ümidimiz ve beklentimiz bunca iç Savaşlar, mağduriyetler ve entrikalar içinde olgunlaşmış Afgan halkı, artık millî birlik ve beraberliğini yakalar ve bütün tuzakları devre dışı bırakır.

Avrupa ve Amerika’daki neocon-neoliberal medyasının attığı manşetleri, yaptıkları yorumları ve bilhassa İslâmiyet aleyhindeki menfi propagandaların boşa çıkmaları, başta Taliban olmak üzere şimdiye kadar siyaset ile alâkadar olmuş tecrübeli eski kadroların akl-ı selim ile hareketlerine bağlı olduğunu hepimiz biliyoruz. Evet, Afganistan’ da kimin kazanacağını henüz bilemiyoruz, fakat kaybedenlerini tanıyoruz: En büyük mağlûbu ise, Troçkist doktrinlerin sahibi ve Bağdat kasabı Paul Wolfovitz… Ve elbette ekseriyeti Yahudi kökenli olan bütün Neocon siyasetçiler Afganistan’da kaybettiler. AKP hükümetinin Suriye politikası düzgün olsaydı, Kabil’i terk ettikleri gibi Suriye’yi de terk edeceklerdi, Neoconlar. İnşaallah bir başka yazıya…

GÜLE GÜLE ANGELA…HOŞ GELDİN ARMİN…

İkinci hadisenin sessizliğini arz etmiştim. Yirmi seneye yakındır hem Almanya ve hem de Avrupa siyasetinde, tarihin bahsedeceği düzeyde icraatlarda bulunmuş Angela Merkel hem başbakan adaylığından ve hem de Hıristiyan Demokratların riyasetinden ayrılacağını duyurmuştu. Kendisini halka çok mütevazı, gariban ve tarafsız göstermeyi başaran neoliberallerin başarılı elemanı Merkel’in gidişine, ancak onun mahiyetini bilen Martin Shulz gibileri sevinebilirler. Fakat sevincimizi kursağımızda bırakmazsalar, sizi de sevindirecek bir bilgiyi paylaşmak isteriz.

CDU’lu Kuzey Ren başbakanı Armin Laschet de partisinin kahir ekseriyetinin reyleriyle genel başkanlığa seçildi. Springer ile Bartelsmann medya guruplarının şimdiden başbakanlığına engel olmak üzere çalışma başlatmalarına rağmen, ümit ve duâ ederiz ki; Hıristiyanlığın ve de semavî dinlerin değerlerine sahip bir ailede yetişmiş ve kendisi de bu değerlerle büyümüş birisi, uzun bir süreden bu yana Almanya siyasetinin tepe noktasına çıkmış olsun. Hem AB’nin kuruluş vazifesine dönmesi ve hem de Bahtiyar Alman milletinin bağımsızlığı cihetiyle sevinenler arasında bulunduğumuzu itiraf edelim. Christian Wulf’u cumhurbaşkanı yapmayan neoliberallerin Armin ile mücadelesini birlikte takip edeceğiz. Fakat inanıyorum ki, parti tarafgirliğini geride bırakmış Müslüman ve bilhassa Türkiye kökenli Alman seçmenleri, insanî değerleri ve semavî dinlere hürriyeti benimseyen Laschet’in hem kimliğini ve hem de programını yakından takip edecektir.

Neocon ve neoliberal dediğimiz, birisi resmî kimlikli ve diğeri sivil iki Marksist cereyanın, bilhassa Avrupa toplumlarının bütün kurumlarına girmeleriyle, güzel ile kötünün mücadelesi de genelleşti. Bir partiyi, kurumu, sosyal yapıyı, STK’yı ve hatta dinî cemaati bile aynı göremiyoruz. Bir yere insanlar toplanmışsa, mutlaka oraya insanî değerleri dışlayan materyalistler öyle veya böyle sızmıştır. Birçok tercihimizde; hem kimlik analizlerine, hem çevre soruşturmalarına ve hem de meydana çıkan siyasetçinin programına bakmadan bir tercihte bulunmanın, artık doğru neticeyi doğurmayacağına tecrübelerimizle inandık.

Armin Laschet’ın dindar olduğunu ve fıtrata uygun programlar peşinde koştuğunu, muhalifleri gazetelerde ilân ediyorlar. Medyadan takip edebilirsiniz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*