Kafkaslar’da barış mevsimi…

Ortadoğu’dan sonra dünyamızın en ziyade barış ve sükûnete muhtaç coğrafyalarının Balkanlar ve Kafkaslar olduğunu biliyoruz.

Günümüzde buralarda meydana gelen olayları doğru anlayabilmek için, hiç olmazsa yakın geçmiş tarihini bilmemiz gerekiyor. Hadiselerin köklerini bazı tarihçiler Büyük İhtilâlden sonra ararlarken, bir kısmı da kendisini 19. yy. ile sınırlıyor. Yazımızın çerçevesi, kısa da olsa bu yakın geçmişten bahsetmeye müsait olmadığından; hepinizin bildiği bir-kaç paradigma ile esas konumuza döneceğiz.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki harplerde devletler ve milletlerin bayrakları görünse de, mücadelenin sermayeler ve sınıflar arası olduğunu kabul etmek zorundayız.

Balkan Savaşı ve çatışmalarının pimini çeken tetikçinin materyalizm ve dolayısıyla sosyalizme ait olduğunu da biliyoruz. Bu savaşa silâh ve maddî imkân sağlayan harp zenginlerinin isimlerini, tarihçiler bildikleri halde yazmaktan imtina ediyorlar.

Eski Komünist Sovyetler’in dağılımında Kafkasya ve Balkanlar’da yeni formatlarda çatışmayı çıkaranların, bölgelerinin eski efendileri ve komiteleri olduğu hakikati mutlaka yazılacaktır.

İngiltere’yi “Büyük Britanya“ yapan sermayenin 17 Ekim St. Petersburg ihtilâlini Hazar Havzası karşılığında finanse ettiğini tekrar hatırlamak zorundayız. Aynı sermayenin hem Balkanlar’da ve hem de Kafkaslar’da savaşan taraflara silâh hibe ettiği hakikati de önemlidir.

Sovyetlerin dağılışında Kafkaslar’da ve Balkanlar’daki Müslümanları oradaki hâkim güçlerle çarpıştıranlar da komünistlerdir. Sırplarla Boşnaklar, Makedonlarla Hırvatlar, Çeçen ve Dağıstan Ruslar’la bu “yeni komünistlerce” karşı karşıya getirildiler. Akıbeti hepimiz biliyoruz.

Doğrusu tahribatçıların global projesini anlayabilmek için, zamanın müceddidini çokça okumak gerekiyormuş. Maalesef bunu yapmadığımızdan, yıllarca neocon-neoliberal ittifakının teçhiziyle Rusya’ya karşı savaşan El-Kaide militanlarını alkışlayanlar oldu. Hatta; Çeçenistan ve Dağıstan savaşlarını, bağımsızlık savaşları zannettik. Bir Avuç mücahidin koca Rus Ordusunu mağlûp etmesini bekledik ve yanlış yaptığımızı; ancak Tiflis’in, Kiev’in, Bişkek ve Belgrad’ın renkli devrimleriyle anladık. Gecikmiştik. Bilhassa Kafkaslar‘da büyük zayiat olmuştu. Grozni harabeye dönmüştü.

Farkına varamadığımız bir paradigma da Rusya’daki değişim ile alâkalı idi. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, Sovyetler Rusya’sı İslâm’a olan radikal düşmanlığını, içindeki Müslüman nüfusu nazara alarak azaltmak istiyordu. Hatta Hicaza Hacı gönderme yarışında Türkiye’yi geçmekle övünüyordu. Bu değişimi bir mektubuyla talebelerine haber veren Said Nursî, “İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî (kuvvetli bir uyanış) ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı (mutlak dinsizliği) kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha (barış) veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez.” (Emirdağ Lâhikası, s. 311)

Said Nursî’nin 1945-49 yılları arasında Emirdağ’dan yazdığı mektuplarında bu değişimi haber verdiği halde, maalesef Müslümanlar okuyamadılar. Temelde Enternasyonal Marksist guruba ait olan terör ve iç savaşı da “cihad“ zannettik. Elbette, bizim gibi hakikatin rengini bilmeden ve iyi niyetle bu çatışmalarda vefat edenler şehittir. Çeçen Mülteciler’e yapılan yardımlar da makbul ibadetten sayılır. Fakat netice, bildiğiniz üzere beklediğimiz gibi çıkmadı.

Ermenistan’ı silâhlandırıp Karabağ’da katliâm yapanlarla, sokağı organize ederek Gürcistan Devlet başkanı Schwardnaze’yi uzaklaştıranlar, aynı merkezden emir ve para alıyorlardı. Basayev’i Dağıstan’a çekerek yangını genişletenlerle Bişkek’te Bakiyev’i iktidara getirenler gibi…

Kafkaslar’da güneş bugün, dünden daha parlak. Ve sisler kayboluyor. Karabağ’da mesele kalmadığına göre, bu bölgede düşmanlık bitiyor demektir. Demokrasi ve hürriyetlerin yolunu artık neocon-neoliberal ittifakı kapatamayacak, barış güneşinin şavkı Almatı’yı da kucaklayarak bütün Bozkırlar ısınacak. Şu noktayı da vurgulamak durumundayız. Bölge barışının anahtarının bizde olduğuna birileri itiraz etse de, hakikat değişmiyor. Tıpkı bin seneden bu yana olduğu gibi. Türkiye, İran ve Ermenistan ile müttefik olan Rusya’nın bölgede düşmanlık ve anlaşmazlıklardan yana olacağına, hiçbir akıllı hükmetmeyeceğine göre, barış mevsiminin geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Kafkaslarda barisi te’sis ederken belki en önemli tavrimiz Ermeni halkina Risale-i Nur izahatlari cercevesinde yaklasmak onlari da Gürcülerle yakaladigimiz paydaya cekmek icin gayret göstermeliyiz. Bu artik bizim önemli bir vazifemizdir. Makale bunu bize hatirlatmakla gayet müsbet bir vazifeyi ifa etmis oluyor. Sükrü Agabeyi tebrik ediyorum.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*