Her bir insan doğar, büyür, çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık sürecinden geçer ve sonunda kendine tayin edilen ömürünü tamamlayarak ölür. Bu kaçınılmaz bir gerçek ve hakikattir. Her bir şahıs ölümü tadacaktır. Başlangıcı olan bir şeyin, mutlaka ki, sonu da vardır. Büyümeye devam eden her bir mahluk bir noktadan sonra ölür. Çünkü hiç bir şey sonsuza kadar büyümeye devam edemez. Bu hakikat kainatın heyet-i mecmuasından en küçük bir birimine kadar, hatta atom içi çok küçük parçacıklarda dahi geçerli bir durumdur. Biga Bang denilen çok küçük bir noktadan yaratılan şu koca kainat, yakın bir gelecekte, ya geri içine çökecek, ya da bir parçalanmaya maruz kalarak bir kıyametle son bulacaktır. Benzer tarzda galaksilerin de bir kabre benzeyen bir kara delik çukurunda son bulduğunu bilim keşfetmiştir.
Şu kâinatın meyvesi olan insan da bir gün gelip ölecek ve kendini, hayatının sonunda, bir kara kabirde bulacaktır. Nasıl doğmuşsa, nasıl yaşanmışsa öylece ölecek ve nasıl ölmüşse o şekilde kendini haşir meydanında bulacaktır. Ölüm ise kimsenin kolay kolay istemeyeceği, dostu dosttan ayıran ve geri dönülmez bir yoldur. Ölümün yüzü soğuktur. Her bir insan ölümden tedirginlik duyar. Çevremizde bir ölüm haberi duysak hemen bir üzüntü hali sarar bizi. İnsan ister istemez etkilenir. Hele ki yakın bir akrabamız ve çok sevdiğimiz bir kişinin ölümü daha derin bir tesir bırakır. Belki günlerce kurtulamayız bu derin elem ve tesirden.
Ölümün sıcak yüzü
Evet, ölüm elbette ki istenilen bir durum değil. Ancak işin özüne bakıldığında ölümün her yüzü soğuk değil, sıcak bir yüzü de var. Her hadisenin olumlu ve güzel tarafını bize ders veren Risale-i Nur, ölüm konusunda da işin güzel tarafını bize ders veriyor. İmanlı, inançlı ve güzel insanlara hitaben şöyle deniliyor:
“Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat’î, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur’an-ı Hakîm’in verdiği nur ile ispat etmişiz ki ehl-i iman için ölüm:
Vazife-i hayat külfetinden bir terhistir.
Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur.
Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir.
Hem hakiki vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır.
Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir.
Hem Hâlık-ı Rahîm’inin fazlından kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.
Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddimesi nazarıyla bakmak gerektir.”1
İşte ölümün bu yüzünü hakkı ile görebilen bir insan kabre ağlayarak değil, gülerek gider. Risale-i Nurda buna benzer bir çok güzel ve müjdeli haber bulunmaktadır. Bu müjdeli haberler de zahiren çok dehşetli gözüken ölüm hadisesinin altında nice rahmetler bulunduğunu bizlere bildiriyor.
Niçin ölüyoruz?
Peki niçin ölüyoruz? Bizi ölüm sürecine götüren sebepler nelerdir?
Bu ve benzeri suallerin cevabı yine Risale-i Nurların muhtelif yerlerinde ve farklı hikmetli çerçevesinde verilmiş.
İşte onlardan birisi Cennet Risalesinde geçmekte:
“Evvela, şu âlemde cism-i zîhayatın inkıraza ve mevte mahkûmiyeti ise vâridat ve masarifin muvazenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemale kadar vâridat çoktur; ondan sonra masarif ziyadeleşir, muvazene kaybolur; o da ölür.”
Buradaki “varidat ve masarif” tabirleri in tanımı ise yine 29. Sözde verilmiş:
“İşte şu tarzda o vücudu yapan Sâni’-i Hakîm, her sene bir libas gibi o vücudu değiştirir. O vücudun değiştirilmesi ve bekası için inhilal eden eczaların yerini dolduracak, çalışacak yeni zerrelerin gelmesi için bir terkibe muhtaçtır. İşte o beden hüceyreleri, muntazam bir kanun-u İlahî ile yıkıldığından yine muntazam bir kanun-u Rabbanî ile tamir etmek için rızık namıyla bir madde-i latîfeyi ister ki o beden uzuvlarının ayrı ayrı hâcetleri nisbetinde Rezzak-ı Hakiki, bir kanun-u mahsus ile taksim ve tevzi ediyor.”2
Bu ifadeler tıp bilimi tarafından hücre yenilenmesi olarak izah ediliyor. Yani insan vücudu hücrelerden meydana geliyor. Her an vücudumuzda yeni hücreler yaratılıp ölen hücrelerin yerine monte ediliyor. İşte vücudun hücre üretimi gençlik yıllarında daha enerjik ve daha fazla iken, yaşlılık sürecinde bu hız düşer ve hücreler kabiliyetini kaybetmeye başlar. İşte bu süreç sonunda da insan ölüm ile yüzleşir.
Aslında hiç bir mahluk ölmek üzere yaratılmamış. Her bir canlıda ebediyet kabiliyeti var. Bilim adamları insan vücudundaki hücrelerin de ebedi yaşamaya programlı olduğunu söylüyorlar. Ancak son yapılan araştırmalarda insan vücudundaki atık malzemelerin ve hücrelerde biriken toksik maddelerin hücre yenilenmesini zayıflattığı ve hücrenin işlevini engellediği keşfedilmiş. Kasti öldürmeler ve kazalar hariç, şayet hücreler tam olarak temizlenebilse insan ömrü çok daha uzun olacak.
Diğer ölüm sebepleri
Kaza yolu ile ölmemizin en mühim sebeplerinden birisi aynı kütleli ve aynı boyutta paylaştığımız diğer canlı ve cansız maddelerin varlığıdır. Mesela aynı kütleye sahip iki madde belli bir hızda çarpıştığı zaman mutlaka bir hasar meydana gelir. Çünkü aynı zaman ve mekan boyutunda bulunuyoruz. Şayet elektro- manyetik bir bedenimiz olsa idi herhangi bir kütlenin çarpması bize zarar vermeyecek idi. Çünkü farklı kütle ve boyut özelliğine sahip olacaktık.
Bir diğer ölüm sebebimiz de zaman ve mekan kayıtları içinde olmamız ve bu kayıtlardan kaçış hızınızın yeterli olmayışıdır. Mesela bir vasıta bize çarpacağı anda biz yüksek bir hızla hareket edip bu kazadan kurtulabilirdik. Aynı şekilde bize doğru gelen bir mermiden daha hızlı hareket edebilse idik, yine kurşunun bize vereceği zarardan kurtulmuş olurduk. İşte ahiret alemlerinde “ruh sürati ve hayal hızı” ile hareket edileceğinden zaman ve mekânın kayıtlarından kurtulmuş olacağız. Yani bir ölçüde zaman ve mekan bize bağlı olacak.
Niçin öldüğümüzün en güzel bir cevaplarından birisi yine Risale-i Nurlarda verilmiş:
“Evet insan bir çekirdeğe benzer. Nasıl ki o çekirdeğe kudretten manevî ve ehemmiyetli cihazat ve kaderden ince ve kıymetli program verilmiş. Tâ ki toprak altında çalışıp, tâ o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlık’ından istidat lisanıyla bir ağaç olmasını isteyip kendine lâyık bir kemal bulsun.
İşte aynen onun gibi insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş.
Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyu ile imanın ziyasıyla ubudiyet toprağı altında terbiye ederek evamir-i Kur’aniyeyi imtisal edip cihazat-ı maneviyesini hakiki gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve cennette hadsiz kemalât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihazatına câmi’ kıymettar bir çekirdek ve revnaktar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.” 3
İşte niçin ölüyoruz sualinin belki de en güzel cevabı budur. Madem insan bu kainatın çekirdeğidir. Öyle ise her bir insan yeni bir kainatın programına sahiptir. İşte ölüm yolu ile yeni ve ebedi bir kâinatı netice vermek için ölüyoruz. İşin aslı ölmüyoruz, her birimizin mahiyetinden yeni bir kainatın yaratılması için doğuyoruz. Aynı bu dünyaya gelen bir bebek gibi, bu dünyayı terk edip yeni bir dünyaya, yani ahirete doğuyoruz.
Dipnotlar:
1- Lemalar, s.254
2- Sözler, s.587
3- a. g. e, s.357
Benzer konuda makaleler:
- Kader programı, Hologram ve Big Bang
- Kainatın Ruhu var mı?
- Niçin bir peygamber olarak yaratılmadık?
- Kainatın DNA’sı ve Genetiği
- İnsan bir çekirdeğe benzer
- “Levlake” Hadis-i Şerifi, Big Bang Teorisi ve Peygamberimiz (asm)
- Hz. Adem (as) ve yaratılıştaki tekillik
- Ruha benzeyen genetik yazılımlar
- Kainatın Çekirdeği
- İnsan kainatın devamına vesiledir
Niçin Ölüyoruz?
Sonsuza dek yaşamak yeri Burası olmadığı için,
Sonsuz yaşamak için ancak Sonsuz isteklerimizi karşılayacak bir diyar olması gerektiği için..
Haydi buyrun..
Imanlı yaşamlar..
Hizmet dolu ömürler..
Ve Hayırlı Ölümlerle.. 🙂