Hayatın bekçilerine dair

İster fıtrata, isterseniz İslamiyet’e göre düşünelim.

Her iki tarzda da hayatımızın işgal altında olduğunu artık inkâr edemiyoruz. Müslümanlar olarak şeriatın ölçüleriyle, insaniyetperverler olarak fıtratın prensipleriyle ölçüp biçelim. Yalnızca işgal değil; Nemrut’un Babil’de, Firavun’un Mısır’da ve Hülagû’nun Bağdat’ta yaptıkları zulümler, kıtaller ve tahripler; dünyanın tüm boyutlarında ve hayatımızda artarak devam ediyor. Bağdat yeniden inşa edilir, Babil Harran’da yeniden yükselebilir ve Mısır da yeniden dirilir. Fakat günümüzün tahripçilerinin darbeleri o kadar derin ki… Hayatımızın temel kanunlarını değiştirmeye çalışıyorlar. Bitkilerin tohumlarından ağaçların çekirdeklerine ve hayvanların yumurtacıklarına ve daha sonra insanın çekirdeklerine yönelerek tahriplerini hayatın dört bir yanına yaydılar. İnsaniyeti insanlığından koparmak üzere kadından başlayarak önce aileyi, sonra bireyi ve nihayet cinsiyeti bozdular. Ve şimdi de her emre amade robotlaştırma etabı için yoğunca bir çabanın içine girmiş görünüyorlar. İnsanlığın bekçilerinin ve bu küllî tahribe karşı koyacakların görünmemeleri sizi de korkutmuyor mu?

Bozgunculuğun tarihi de iman ile küfrün savaşı gibi, ilk insanlara dayanıyor. Peygamberler ve onların yardımcıları, fıtratın korunması yolunda cihad etmişler. Fakat bozgunculuğun ve tahribatın dünyamızın bu denli canını burnuna getirdiğini tarihler pek yazmıyor. Peygamberimiz (asm); yaşadığımız şu dehşetli bozulmadan ve tahripçilerden bahsederken; güneşin ilk doğumundan son batımına kadar bu denli yıkıcı bir cereyanın gelmeyeceğini haber veriyorlar. Belki de buna, dünyamızın hayat-memat meselesi de diyebiliriz.

Dünyamızın ve kâinatın yegâne sahibi, tüm dertlerimizin ve problemlerimizin; “Yaş ve kuru ne varsa Kur’an’da mevcuttur” diye insanlığın en büyük öğretmenine gönderdiği kitabıyla bize her an haber veriyor. Gel gör ki; vazifeleri geceli-gündüzlü Kur’an’ı okuyup insanlığa bu dehşetli labirentten kurtulmanın çarelerini anlatmak olan bekçiler, vazifelerinin başında görünmüyorlar. Ahaliye Allah’ı, ahireti ve takvayı anlatması gerekenler, dünya ehli gibi karşı hayatın eteklerine sarılmışlar. Ve sonra da savrulup perişan olmuşlar. Bırakalım ehl-i imanın mahallesine bekçiliği, hanelerini bile koruyamamışlar. Kur’ân’ın iman ile küfür arasında gösterdiği derin derelerden habersizce, haram-helâl hudutlarını görmezlikten gelerek çoğu yerde hayatları cihetiyle düşmana iltihak ile boğulmuş görünüyorlar. İkaz edenlere de; Kur’an ve Sünnet’in dışından o kadar mantıksızca argümanlarla cevaplar veriyorlar ki… Şaşırmamak elde değil.

Hayatın dehşetli ve insafsız elemlerinden habersizce yaşayamayız. Rüzgârlar şiddetli ve tehditkâr… Hayatımız, artık bir karara varmamızı istiyor. Tarafımızı belirlememizi ve Kur’ân’ın sınırlarına çekilmemizi emrediyor, adeta. Zamanın dehşeti olmasaydı, hayatın sahibi bize bu denli toleranslı davranır mıydı? Bir elimizde istiğfar ve diğerinde yeniden taze bir gayret ile uyanmamızı, dirilmemizi ve vazifelerimizin başına dönmemizi istiyor; hayatlarımız. Korkmamamızı, Kur’ân’ın tezgâhında üretilen manevî bombalarla ve uzaktan kumandalı cihazlarla bozguncuları her an mağlup edebileceğimizi kulağımıza fısıldayanları yabana atmamalıyız, değil mi? Verilen ömrü; yalnızca şu geçici dünya için harcayanların, akıbette bomboş kalan ellerini bize gösterenler haklı değiller mi?

Artık bekçileri beklemeye de aramaya da zamanımız kalmadı. Fitne seli bekçileri de beraberinde götürmüş olabilir. Dine hizmet niyetiyle yola girip Ahirzaman fitnekârlarınca ifsat edilen o kadar insan var ki… Yola girmek yeterli değilmiş, maharet yoldan çıkmamakmış meğer. Hem de bekçiler, yaşadığımız hayatı ıskalamış da olabilirler. Her gün yeni bir taarruz, farklı bir cephe, öncesinde görülmedik silahlar ve alışık olmadığımız ifsat metotları. Anlaşılan iş başa düştü. Belki de; Ahirzaman Peygamber’inin haber verdiği seferberliğin içindeyiz. Bekçi de biziz, asker de biziz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*